Kız arkadaşım istanbul'da yaşıyordu, ben ise izmir'de ve doğum günü epey yaklaşmıştı. Ne yapsam ne etsem diye düşünüyordum ama param yoktu ve maalesef para olmayınca elden çok da fazla somut bir şeyler gelmiyor bu durumlarda. Hoş, doğum günlerine pek önem veren bi insan da değildi ama kim mutlu olmaz ki doğum günü kutlandığında?
Yanılmıyorsam 2-3 gün kalmıştı doğum gününe, mesajlaşırken doğum gününde ne yapacağını sormuştum. ailesiyle yemek yemek dışında hiçbir şey yapmayacağını söylemişti ama biraz bu duruma üzülmüş gibi hissettim. Çok pahalı olduğu için doğum gününe değil ama birkaç gün sonrasına arkadaşlarımdan da borç harç alarak uçak bileti aldım. o kadar heyecanlıydım ki sürpriz bile yapamadım, hemen alır almaz haber verdim kendisine. *
işin borç kısmı bir yana, tüm bunlardan ailemin haberi de olmayacaktı (ki ben her hareketimi aileme danışarak yapan bi insandım) ve sadece 2 günlüğüne gidebiliyordum istanbul'a, ders programım çok yoğundu. Cuma gecesi havaalanında sabahlayıp cumartesi sabah 5.45'te uçağa binecek, cumartesi gecesini lise arkadaşımın evinde geçirdikten sonra pazar gecesi de istanbul'da havaalanında sabahlayıp 6'da uçağa binecektim; ve sabah 8.30 dersine yetişmeye çalışacaktım.
Bileti almamdan uçuş gününe kadar zamanın rölativitesini gerçek manada anladım. Hele gece havaalanında, yatak dışında bi yerde uyuyamayan biri olarak bayağı bi zorlandım. AMa sonunda vakit geldi ve istanbul'a indim. ama daha saat sabahın körüydü. birkaç saat boyunca da kız arkadaşımın uyanmasını bekledim. Yaptığım şey o ana kadar hayatımda yaptığım en büyük çılgınlıktı belki de. Evet belki çok normal gelebilir okuyan için ama benim için öyleydi işte. Tüm bunları düşününce, kız arkadaşımın beni gördüğünde sevinçten boynuma sarılmasını, yaptığımın benim için ne kadar önemli ve zor olduğunu bildiğini göstermesini falan bekliyordum sanırım. Neyse, bir süre bekledikten sonra kız arkadaşım geldi, ama sanki her gün gördüğü biri gibi sarıldı. Her zamanki enerjik, sevgi dolu halinden eser yok gibiydi. Sonradan anladım ki epey hastaymış. 10 saniyede bir burnu akıyordu ve sürekli burnunu silmekten, hapşurmaktan bezmişti. Her ne kadar bu durum biraz modumu düşürse de, sadece 2 günlüğüne orada olduğumu ve kim bilir bi dahaki gelişimin ne kadar sonra olacağını düşünerek o anı olabildiğince dolu dolu yaşamaya çalışmaya karar verdim. Gün boyunca biraz dolaştık, hasta olduğu için bolca oturduk. En sonunda bende de uykusuzluğun verdiği yorgunlukta pil bitti. Öğlen 3 gibi kendimizi bi kafeye zor attık ve koltuklara yığılıp kaldık. Birbirimizi bazen birkaç ayda bir görebildiğimizi düşününce bu enerjisizliğimin ve yorgunluğumun ona haksızlık olduğunu söyleyerek birkaç defa özür diledim. O sırada o da burnunu çekiyordu zaten * ikimizin de gerçek manada enerjisi kalmamıştı, sağ olsun anlayışla karşılamıştı beni de. En sonunda beni masanın üstünde biraz uyumaya ikna etti, kendisi çok yorgunmuş ama uyuyamazmış. ama benim uyumam lazımmış, saatlerdir ayaktaymışım vesaire... istemeye istemeye de olsa razı oldum ve her ne kadar masanın üstünde uyuyamayacağımı düşünsem de kafayı koyar koymaz uyumuşum.
ertesi gün, artık veda vakti geldiğinde yine o derin hüzün sarmıştı ikimizi de. günlük planımızda, daha önce hiç tantuni yememiş olan bana tantuni tattırmak vardı. istiklal caddesi'nde bi yere gittik ve tantuni yedik. gerçekten de harika bir şeymiş bu arada * yemekten sonra otururken çantasını açtı, tek tek bir sürü abur cubur çıkardı. yolluk olarak sevdiğim abur cuburları almış alelacele, hepsini tek tek 'bak burda ne vaaar' gibi cümlelerle sundu. o anlattıkça beni bi ağlama tuttu. o kadar çocuksu bi heyecanla bunları yapıyordu ki, o an sevilmenin nasıl bir şey olduğunu belki de ilk kez o kadar iliklerimdeymişçesine hissettim. zor susturdu ağlamamı, zaten hep kolay ağlayan taraf bendim. o hep bir şekilde kendisini tutardı. her ayrılık günü bu böyle olurdu. vesselam, birkaç saat sonra artık havaalanına gidip sabahlama vaktim gelmişti. önce onu otobüse bindirecektim. birkaç seçenek arasında bir tanesinin kalkmak üzere olduğunu fark ettik ve durağa doğru koşmaya başladık. tam otobüse yetişmiştik ki birden durup hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. ilk kez görmüştüm ağladığını. 'böyle olmaz, böyle olmaz, böyle vedalaşamayız' diyip duruyordu. o otobüse binmedi ve yaklaşık 15 dakika kadar sarılıp ağlayarak diğer otobüsün gelişini bekledik. öylece vedalaşmış olduk.
bu onu son görüşüm oldu. eski sevgilimden, hala sevdiğimden geriye ben uyurken telefonumdan çektiği komik -artık hüzünlü- fotoğraflar, bana verdiği kinder sürpriz yumurtasının içinden çıkan minik oyuncak araba ve hiç kullanmadığım ama sık sık kokladığım el kremi kaldı.