Çok zamandır görmedim yüzünü. Değil sesini duymak, gözlerinin ışıltısını bile hissedemedim. Sevmeyi, özellikle de seni sevdiğimi geç farketmenin ve bir şekilde bir şeyleri kaybetmiş olmanın hüznüyle yürüyorum seninle yürüdüğüm yollarda. O köşede seni görmek için bekliyorum yalnızlığımla beraber. Çünkü en son orada gördüm seni. Sen miydin, yoksa bir rüya mıydı bilemedim. Ardından gittim o hayalin. Beni görmedin, belki de görmek istemedin. Bir başkası vardı; bana kıskançlığın en katıksız zehrini solutan. Olmamalıydı yanında; senin saflığına kara bulutlarla yağmurlar yağmamalıydı. Ama oldu, değil mi? iki yıl öncede kalan kendimin elinde kalan tek şey olan sen, onun yanındaydın artık. Aklıma artık seninle birlikte o da girmiş oldu böylece. Kıskançlığımın ve içinde bulunduğum açmazın pençesinde yaşadım birbirine benzeyen yoğun bakım saatlerini. Gece gelince giden uykumu dağıtan rüzgar senin saçlarını da dağıtan rüzgarla aynıydı ve adını unutmuştum ben o rüzgarın. Gün ışığı pencereden girip bana kalan çürümüş melankolinin içinde hapsoluyor artık ve ben her gün aynı hayalle yaşıyorum. Seni görmek. Evet, sadece seni görmek. Gün gelecek onu da yapamayacağım çünkü. Adın kalacak aklımda, belki de gözlerimin önünden gitmeyen serabın. Aşk neydi ki? Bunu gören, eliyle tutan ve koklayan var mıydı? Adını kalbime yazarsam kanar mıydı kalbim? Aşkı böyle anlayabilir miydim ki? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, kalbime titreyerek eşlik eden dudaklarımda senin adının olduğu.