Sana adanmış bir hayatın hiçliğini,boşa geçmişliğini
ve matemini ancak kara bir kalemle anlatabilirdim,
bu yüzden üzerine alın bu kara yazımın gerçekliğini....
Saçımdaki ak tellerin, yüzümde bıraktığın çizgilerin
ve sürekli yere bakan bir başı kavrayan titrek ellerimin dışında,
ruhumun ağır aksak sızılarıdır, vurgunundan geriye kalanlar.
Kırıldım diyemem sana çünkü sağlam değilim kırılacak kadar.
Belki şimdi sana dünyanın en ağır sözlerini söylemeliyim,
Belki okkalı bir tokat aşketmeliyim, aşkından öldüğüm yüzüne,
ve kolundan tutup fırlatmalıyım belkide şu kapıdan dışarı....
Hepsi boş,hepsi manasızca aklıma gelen,çok aşikar bir çaresizliğin teselli fikirleri....
Avaz avaz haykırdığım sevgimi duymayan kulakların, nasıl duyacak kötüleyen sözlerimi?
Beni yerle yeksan eden bir bedene, hangi cılız tokat anlatacak yıkkınlığımın şiddetini?
Ve hangi kolu tutup, hangi hayali atacağım,zaten çoktan çıkıp gittiğin kapıdan?
Hepsi boş, hepsi yalan...
Bıraktığın bu yıkık dökük boşluğu dolduracak bir cümlem yok henüz.,
Şimdi bir çift göz ve baktığı her yanda aynı hain yüz,
Şimdi yangına düşmüş bir ömür ve geriye kalan soğumamış yanıklarımla,
duvara saplı bakışlarımı bir an koparıp,kısık ve titrek sesimle ve sanki son nefesimle
duymasan da
son sözümü söylüyorum sana: