yapacak bir şey yok. ister iste, ister isteme sike sike kalkıyorsun ayağa. bunun bir üst versiyonu da var hatta, kalkıp yaraların iyileşmeden tekrar düşmek. asıl önemli olan kendin isteyerek mi kalkıyorsun, yoksa zorla mı ? eğer kendin isterek kalkarsan ayağa, bir sonraki düşüşte nerenin kanayacağını biliyorsun en azından.
sene 1999. kapının önünde gıcır gıcır bir mustang. bebek gibi. nasıl seviyor babam. çocuk aklı işte. ben de direksiyona geçip sallıyorum öylesine. o zamanlar 7 yaşımdayım. istanbul'un çok çok nezih bir muhitinde 5+1 evimiz var. hem de en üst katta haa. evin sadece salonu 2+1 bir ev kadar. hayat tıpkı rüya gibi. yaşıtlarım atari'de circus charlie oynarken, ben windows 98'de volfied oynama keyfi yaşıyorum. her neyse. o yaz anneanneme tatile yollanıyoruz küçük kardeşimle. yaz tatili dönüşü bir dönersin. okmeydanı'nda sıvasız, sobalı, tuğla bir ev. içi rutubetten leş gibi kokuyor. o derece batmışız. babam her gün balkonda kara kara düşünüyor. kendine bir şey yapmasından korkuyoruz. aynı sene içerisinde zamanın parasıyla 250.000 lira (şuan ki 25 kuruş) ekmek parası bulamıyor annem. parasızlıktan sigarayı bile bırakıyor haa. ne çaresizlik. baba şehir dışında çalışmaya gitmiş beli doğrultmak için. doğrulmuyor. ben konuşmuyor, düşünüyorum sadece. yıllar yıllar geçiyor. bizim durum düzeliyor. peder emekli oluyor. ben iş güç sahibi oluyorum. şuan tüm her şeyimi kaybetsem de içim cızlamaz. nasıl baştan başlayacağını taa fidanken öğrendim.