Uzun metrajlı bir filme konu olacak ilgi çekecek bir hikayemiz yoktu.
Uzun uzun yazdıklarımız vardı ama kendimizi yapımcı hissettirecek paramız yoktu.
Bütün yaşamlar kadar özeldi yaşadıklarımız.
Değeri tam olarak anlaşılamayan toplumsal olaylar gibi değersizleştirilmeye devam ediliyordu.
Doğru olan bir kaç cümlenin evren boşluğunda yankılanmasında;
Emin olduklarımızı haykırmak zorunda kalıyorduk.
Anlatmak istediklerimizi sessiz sıralı cümlelerle ifade etmeye çalışırken yüzümüze tokatı yiyorduk.
Tuhaf bakan gözlerin bakışlarında hayatın neden bu kadar karmaşık olduğunu anlamaya çalışıyorduk.
Dışarıda alışık bir rüzgar esiyordu.
Yaz mevsiminin geldiğinin belgeli ispatı sözü geçmeyen ilkbaharın zoruna gidiyordu.
Mevsimler kendi aralarında kavgaya tutuşmuş gösteriliyordu ve ihale ilkbaharın üzerine kalıyordu.
Uzun sayılacak kadar orta yaşlı bir ömrün son isteği gibiydi hayatın senaryo gereği hareketliliği.
Kendini hediye sunulacak kadar özel hissediyordu.
Yaşam aralığında bir kaç milyoncuk hava boşluğunu nimet zannediyordu.
Gördüğü bütün kahkahalar aslında arkasından ağlayan bir kaç kişinin feryatlarıydı.
Yazarak kendini bile kandırıyordu.
Senaryosu kendine aitti ama cebinde olmayan bir kaç kuruş izin vermiyordu hayallerin gerçek olmasına.
Hayaldi sonuçta gerçek olamayacak kadar güzeldi.
Yoğun bakım ünitesine giden sedyeli yolculuğunda hayatı gerçek zannediyordu.