annesi çalışan ve günlerden nefret eden bi çocuk olduğum için (şimdi değil vakti zamanında) yarı şanslı yarı şanssızdım.
annenin gün sevmemesi demek maalesef güne götürülmemek anlamına gelmiyordu.işin içine iki tane gün delisi teyze girince nada da evde tek bırakılmaktansa(ki ben ayakları yeşile boyanmış tahta masanın altına bataniyemi alıp, orda uyumayı tercih ederdim)güne götürülürdü.
nada çocukken yamuk bastığı için en güzel ortopedik ayakkabılar alınırdı, annesi özenirdi, elbise falan.
gayet başarılı bir gezme kıyafeti düşünün.
ama nada günlere gitmeden önce kendini yerdenyere atar ve teyzesine ben bacaklı çorap giymeden gitmem diye tuttururdu.
bacaklı çorap ne mi? bildiğin tül çorap, o zaman parizyen vardı.
incecik bacaklara bol gelmiş kaçık bir çorap ve pırıl pırıl elbiseyle ayakkabılar.
görüntüyü düşünün artık.
o şekilde gidilirdi.aşırı uslu olan nada yaramazlık yapan çocukları uyarmayı görev bilirdi.
"feye (fare) geliyoo" baktı kimse sallamıyo;
"pölüs(polis) geliyo, uslu durun"
yok yok bu çocuklar çok yaramaz pölüsden bile korkmuyolar.
evet büyük an, pastalar geliyor. herkes yemeye başladı, çocuklar için yere örtü serilmiş, ortak tabaklarda hazırlanmış.
herkes ısrar eder ama nada hiçbir şekilde oturup bir şey yemez.
teyze ısrar eder, yaprak sarması seversin sen, yesene.
nada omuz silker.
derken teyze 3-5 gün deneyimi sonrası nadayı köşeye çeker ve " neden bi şey yemiyosun" der.
nadanın gözler dolu halde "ben öyle yere oturup herkesle yemem, ben cam cabakta (cam tabak) yerim."
yerlere yatar teyze ve o günden sonra nadaya da ayrı bir cam cabak gelir.
aklım başıma geldikten sonra hiç gitmedim günlere, ama çocukluktan aklımda kalan tek şey herkesin aynı anda konuştuğu ama kimsenin birbirini dinlemediğiydi.o şekilde deşarj oluyorlardı herhalde.
ben zaten hiç çocuklarla oynamazdım, teyzeleri dinlerdim, bi tane dinleyen olsun diğmi?
zaten çocuklar çok yaramazdı, pölüsten bile korkmuyorlardı.