ben bu yazıyı kendime yazdım

entry9228 galeri
    8765.
  1. ilk kez aşık olduğumda, ilk kez acı çektiğimde 8 yaşındaydım.
    ama nasıl bir acı biliyor musun? o zamanlar acı kavramı geniş değildi. nasıldı dersen ama;

    kırtasiyeden 10 liraya aldığın mikasa topun patlamış gibi...
    hoşlandığın kızın montunun üstüne, başka biri mont asmış gibi...
    sınıfın munzur çocuğunun, sevdiğin kızın saçını çekmesi gibi...
    yaptığın kardan adamın, sabah uyanıp camdan baktığında yıkılmış olması gibi...

    ***

    ecem bizim mahalledeydi. aynı sokakta oturuyorduk. mahalle maçlarının dönüşünde, dizler paramparça mahalleye girerken onu hep ip atlarken ya da barbi bebekleri ile oynarken bulurdum. o bana bakardı, ben ona. ben topu sektirmeye başlardım onu görünce. o ise kızların annesi kendisiymiş gibi, yönergeler verirdi onlara.

    cilveleşme dediğin kavramın basitliği bu kadar saf ve temizdi.

    bir gün erkenden elimde futbol topu, futbol sahasına doğru giderken (futbol sahası dediğin, toz toprak içerisinde bir yer) ecem'i annemle konuşurken gördüm. anneme sarıldı, hoşça kal "ecem" dedi annem de.

    ismini ilk kez o gün duymuştum, ilk kez duymaktan daha çok annemi nereden tanıdığı içime soğuk bir su serpmekle birlikte merak etmeme neden olmuştu. elimdeki topu sokağın ortasında bırakıp, eve koştum. annemin karşısına geçtim. sorucam, ama çekiniyorum. etrafında dolaşıp duruyorum. annem patates soyuyor, merakımı fark ediyor:

    - ne oldu, ne dolanıp duruyorsun?
    + hiiç, burada mı dolanıyorum da?

    soruya soruyla karşılıktan başka bir şey bilmiyorsun o zamanlar.

    + sen bi haltlar karıştırıyorsun?
    - bugün konuştuğun kız bizim aykut'un kardeşi, nereden tanıyorsun onu?

    hayatımda söylediğim ilk yalan budur sanırım. abisi vardır diye düşünerek, konuya oradan girmeye çalışmayı denemiştim.

    + tek çocuk ecem, bizim sabah sınıfındaydı bu sene. öğrencimdi yani.

    bu bilgiyi öğrendikten sonra, annemin elime tutuşturduğu çikolata ekmeği de alıp fırladım dışarı.

    kaldırım kenarlarına çocuklar kumdan baraj yaparken, ben ecem yazıyordum herkesten gizli.
    "elektrik trafolarına işeyen ölüyormuş oğlum!" diye çocuklar birbirini korkuturken, ben elektrik trafolarının üzerine de ecem yazmakla meşguldüm.

    ecem ile tanışmalıydım: "annem senin öğretmenin!" diye girmeliydim konuya. bir gün mahalle maçına gitmedim, hastayım dedim ve maç oynanırken, ecem'in yanına gittim. çocuklar başka türlü beni onun yanında görseler, en iyi ihtimalle "saalak saalak kızlarla oynuyor." derlerdi. daha kötüsü herkes "seezeeer eceem'i seeviyooor." gibi tempo tutturup, ecem'i ağlatıp, benim de içimi buz kestirip evlere kaçmamıza sebep olabilirlerdi.

    ecem'e hızlıca gidip, "ben senin öğretmeninim" deyip kaçıverdim yanından.
    heyecandan cümleyi bu şekilde kurmuştum. gülümsemesini görüp kaçmıştım.

    iki gün evden çıkmadım. çocuklar sorarsa, iyileşmedim.
    ecem dersen, yüzüne bakacak halim kalmadı. baksana ben senin öğretmeninim demişim.

    sabahın 7'sinde dışarı koşan, akşam ezanında dönmeyen çocuğun 2 gün evden çıkmaması annesini şaşırtmış olacak ki;
    "senin bir derdin var, yine kimle kavga ettin?" diye sorunca, "yok ya ben kavga etmiyorum ki." diye yine yalan söylemiştim.

    ***

    anladım ki, aşk yalan sayısını arttırıyor. o gün aşkın kötü bir şey olduğuna tam karar verecektim ki, annem yemek yerken masada "bizim sınıftaki ecem vardı ya, bizim bu eşeği seviyormuş. bugün pazar dönüşü yanıma gelip -örtmenim ben sezer diye bir çocuğu seviyorum, o benden sürekli kaçıyor, beni görünce suratı hep kusacakmış gibi oluyor." diye ağlamış. ne enerji ama!
    o gün sabah olmasını bekledim ecem'in yanına gitmek için. sabaha dek uyuyamadım. saat 7 olur olmaz dışarı fırladım, 2 bina aşağıda oturuyordu. onun dışarı çıkmasını bekleyecektim.

    fakat dikkatimi çeken bir şey vardı. bir ev taşınıyordu, nakliye kamyonu harıl harıl eşyaları topluyordu. kapıdan ecem çıktı, kalbim duracak gibi oldu onu görünce. elinde oyuncak bir ayı, diğer elinde annesinin eli. babası olarak düşündüğüm bir adam nakliyeci ile konuştu. ecem ile gözgöze geldik, ağlamaya başladı ve bana el salladı. ben de ona el salladım. gidiş o gidiş. bir daha ecem'i hiç görmedim...

    annemden öğrendim ki, antalya'ya taşınmışlar.
    2 sene boyunca her fırsatta ecemgilin camına baktım, geri döndüler mi acaba diye.
    tabii ki geri dönmedi.

    ilk aşkım böyle bitti. kraltv'de çalan bir şarkı ecem ile beni anlatıyordu o zamanlar:



    ayna - severek ayrılanlar.

    hasbelkader aradan 16 sene geçiyor, farklı insanlar tanıyor, geçmişten ufak bir masumiyet izi ararken, her gün daha fazla bataklığa batıyorduk. aşk dediğin ilginç olay, can yakmaya, kalp kırmaya devam ediyor, ama yine de vazgeçemiyorsun.

    benzer bir gidiş yine oldu hayatımda. çok kısa zaman içerisinde.
    o zamanlar şiir kısmını beğenmediğim şarkının, ruh halimi şimdi yansıttığını fark ettim yıllar sonra:

    isimler değişiyor, aşk aynı kalıyordu hep:

    yine aşkla doldum, geldim, aradım, bulamadım, gidiyorum:

    "Severek ayrılanlar bilirler ayrılığı.
    Sen benim eş ruhumsun.
    Unutmuş olsan hissederdim.
    Unutmuş olsan, yanımda durmazdı her sabah hayalin.
    Seni görmek için geri geldim, Sen gideli çok olmuş.
    Nereye gidersen git;
    Çantanda bir resmim
    Aklında gülüşüm olsun

    Ben seni gerçekten sevdim
    Bitmez demiştim, bitmedi."
    3 ...