biraz gözlemle vazgeçilebilecek hatta pişman olunacak hadise.
bazen vurdumduymaz, kaba, kültürsüz ve aptalca davranan bir millet olduğumuz fikrine kapılıyorum. etrafımdaki insanlardan pek çoğunda derin boşluklar görüyorum. ülkenin gidişatı beni mutsuz ediyor. geleceğim için de endişeleniyorum...
yitik gibiyiz hepimiz. kendi hayatımızı değil, sürüp giden bir debelenmeyi yaşıyoruz sanki. 45 yaşından sonra kendini atan teyze-amcalar, geçim derdinden birbirini gırtlaklayan insanlar, hastane kapılarında yaşanan kaos, işsizlik, can güvenliğinin olmaması... içimi daraltıyor. "nasıl insanlarız biz?" diyorum. "bütün bunlar da neyin nesi?" dünyanın kaç ülkesinde var böyle rezillik?
sonra hiç olmadık bir zamanda, olmadık güzellikte bir durumla karşılaşıyorum. o çok övdükleri avrupa ülkelerinde %1'i bile olmayan samimiyetle, sıcaklıkla, sevecenlikle yaklaşan insanlar çıkıyor karşıma. milli maçlarda hep birlikte marş söylerken, pazardan gelen yaşlı teyzenin eşyalarını taşırken, akşam yemeğini yavru köpekle paylaşırken görüyorum insanlarımızı. bu ülkede yaşadığım için mutlu oluyorum... en kötü zamanlarında bile şükreden, tüm zor zamanlarda kendini küllerinden yaratan, ihtiyaç duyulduğunda kenetlenen bir millet olduğumuzu görüyorum. içim tarifsiz bir neşeyle doluyor.
sonra, şehit cenazelerinde ekranda gördüğüm analar dağlıyor yüreğimi. dünyanın hangi ülkesinde var evladını yitirip "vatan sağolsun" diyebilen bir anne? kim hakkını ödeyebilir ki o evlatların? ülkesi, milleti için hayatını verenleri kim çiğneyebilir ki? türklüğünden utandığını söyleyenlere diyeceğim tek şey, çek git olur. yine de aslını inkar edemezsin, kan çeker. yani utandığın kendinsin...
"vatan sağolsun!" diye çınlıyor kulaklarım. beni türklüğün ne üstün, ne güzel bir duygu olduğuna bir kez daha inandırıyor o haykırış. bu ülkede doğduğuma, türk olduğuma şükrediyorum!