hayır derseniz 7 haziran sonrasını mumla ararsınız

entry17 galeri
    14.
  1. hani bir laf vardır ya, insan en çok kendinde ne eksikse, en çok onu konuşurmuş diye. mesela türkiye gibi tacizin, tecavüzün kol gezdiği bir ülkede, sözüm ona 'ana', 'bacı' gibi kavramların çok kutsal olması gibi. akp'nin yaptığı da aslında bir bakıma o hesap.

    aslında akp hiçbir zaman, hiçbir şekilde demokrat bir parti olmadı. ama yine de 2002 yılında iktidara geldiklerinden beri, hep demokrasi demokrasi diye bağırdılar. çünkü çok kısıtlı bir şekilde tanımlanmış, oy verme düzlemine indirgenmiş (milli irade) bir demokrasi anlayışı ile bu ülkede kendi diktatörlüklerini kurabileceklerini keşfettiler. yani amaç her zaman türkiye'nin 'yeni' diktatörü-veraseti olmaktı. gerçek anlamda, çoğulcu bir demokrasi getirmek değil.

    bu sebeple de, kabul etmek gerekir ki gayet başarılı bir şekilde demokrasiyi devamlı 'araçsallaştırdılar'. mesela 2002-2007 yılları arasında akp (her ne kadar yine tek başına iktidarsa da), ne devlet kademelerinde bu kadar güçlü, ne de tabanını kendisi için bu kadar konsolide edebilmiş bir partiydi. bu sebeple, zaten hiçbir zaman demokratik olmayan türk siyasi hayatında; ayakta kalabilmek, güçlenebilmek için geçici bir süre gerçekten 'demokrat' bir parti gibi rol yapması gerekliydi. hatırlayın, bahsettiğim dönem; bütün türkiye tarihinin ab ile ilişkilerinin en yoğun olduğu yıllardı. bütün toplumda, (özellikle medyanın ve liberallerin pohpohlaması sayesinde) ya ab ya hiç havası esiyordu. çünkü akp'nin güçlenebilmesi için; her şeyden önce ordunun zayıflatılması gerekiyordu ve bunun ilk adımını, balyoz-ergenekon davaları ile filan değil, kopenhag demokratikleşme kriterleri ile yaptılar.

    akp ikinci döneminden itibaren çok daha güçlü bir şekilde iktidara geldi. bir yandan, özelleştirmeler ve o zaman için dışarıdan akan para muslukları sayesinde sermayedarların güvenini almayı başarmıştı. öte yandan ise, halk tarafından çok daha fazla sevilip, siyasi olarak destekleniyordu. bu yüzden de, kendilerini 'daha güçlü' kılabilmek için; farklı bir demokrasi 'tanımı' yaratabilmeleri mümkün oldu. işte tam bu noktada, 'demokrasi=milli irade=en çok oy alan siyasi parti' gibi demokrasinin en güdük, kurumsal yapısını yok eden (yasama-yürütme-yargı ayrılığı) anlayışını geliştirdiler. seçmene ve tüm türkiye'ye söylenen şey aslında çok basitti. türkiye'de halktan bağımsız, bir elit sınıfı var ve bunun 'sivilleştirilmesi' gerekiyor. bu sivilleştirmeyi (yani devlet kurumlarını ele geçirme işlemini) yapacak olan da, halkın tamamının temsilcileri değil, yeni demokrasi tanımına bağlı olarak, en çok oy alan partinin temsilcileri ve onun müttefikleridir (yani fetö).

    bundan sonrası zaten, bir ülkede olabilecek en tehlikeli sürece işaret etti. yani sivil iradenin (hükümetin) diktatörleşmesi ve 'devletin kendisi' olması. sırası ile, balyoz-ergenekon davaları, hsyk referandumu, yaş kararları vs. yani kısacası akp, demokrasiyi araçsallaştırarak ve dönemsel olarak tekrar tekrar yeniden tanımlayarak, asıl amacına ulaştı: türkiye'de bir parti devleti kurmak.

    şimdi bunun son adımı, elbette ki başkanlık referandumu. akp'nin yaklaşık 15 yıllık yolculuğunda, artık son kez bunun için 'demokrasiye' ihtiyacı var. eğer başarılı olamazsa, elbette geçmişte yaptığı gibi yine ülkeyi kaosa sürükleyecek ve yine yeni bir 'demokrasi' tanımı yaratarak ve tekrar deneyecek.

    bu süreç içerisinde de; senin-benim gibi 'hayır' oyu verecek insanlar, yeni teröristler olacaklar ve baskılanmaya çalışacaklar. ondan şaşırmayın bu tarz söylemlere, aksine hazırlıklı olun. ama özgürlük için inadına 'hayır'.
    3 ...