'Eski bir makalenizde Şemsettin Günaltay'dan yapılmış bir alıntı medyada çeşitli şekillerde tartışıldı…
Değişik zamanlarda farklı kimselerden istifade ettiğimi söylemiştim. Günaltay, Nurettin Topçu, Necip Fazıl, Mehmet Akif gibi, yine mesela, ismail Safa'nın Kur'an'la alakalı şiirini ve Peyami Safa'nın eserlerini zevkle okumuşumdur. Okuduğum kişilerde tasvip edeceğim şeyler de vardır, etmeyeceğim şeyler de… Bunların da birbirleriyle ilgili tenkitleri olmuştur. Mesela, Merhum Topçu, yine saygıyla karşıladığımız Necip Fazıl tarafından Rapor'larda çok ağır bir şekilde tenkit edilmiştir.
Ben olumsuzluklara takılmaktansa, her ikisini de sevmeyi tercih ettim. Mesela Mehmet Akif, Nurlar'dan (Risale-i Nur'u kastediyor) daha evvel ufku, samimiyeti, endişeleri, eğitim ve ilim sistemi adına ortaya koyduğu çerçeveyle, düşünce hayatıma tesir eden bir insandır.
Şemsettin Günaltay da öyledir. Bir dönem başbakanlık yapmış, Ankara ilahiyat Fakültesi onun zamanında açılmış, maalesef 163. maddenin çıkışında da sanki ondan cevaz alınmış gibidir. Dolayısıyla onda da tasvip edeceğimiz şeyler olduğu gibi, etmeyeceğimiz şeyler de vardır. Burada üzerinde durulması gereken önemli bir husus var.
Nedir?
Çok meşgul olduğunuz insanlar bir yönüyle sizin zihin muhassalanız (birikim) haline gelir. Siz farkında olmadan onlardaki mazmunu (anlam, nükteli ve sanatlı söz) kendi üslubunuzla sunarsınız, bazen hiç farkında olmadan şiirdeki tevarüdler gibi olur, belki de aynı şeyleri söylersiniz. Bazen de bir üslup diyorsunuz, kime ait olduğunu hatırlamıyorsunuz ya da falanın üslubuyla bu mesele şöyledir, diyorsunuz.
Ben farkında olmadan bir şey söylüyorum, daha sonra bu 'Tereddütler' serisinde yahut 'Prizma'da çıkıyor; oradan okuduğum zaman fark ediyorum, kafam Nurlardaki mazmun ve disiplinlerle öylesine yoğrulmuş ki, oradaki mazmunu aynıyla vermiş oluyorum. Mehmet Akif'in şiirinde geçen mazmunlar, mantuklar, mefhumlar (kavram) o kadar çok nesir olarak tecelli etmiştir ki, şimdi yazılan şeyleri bundan sonra araştırmaya kalksam birçok şey çıkar.
Bunu benim anlayacağım bir cevaba dönüştürseniz, örneklendirseniz?
Mesela, Mecelle'deki "Zaruret miktarı mahzurlu şeyler mubah olur.." kuralını düşünün, ben kuralı aynen almamışımdır ama, "insanlar bazı şeylere muzdar olurlar, kendileri veya çocuklarıyla alâkalı hayatî tehlike olur, dolayısıyla bu tür durumlar bizim zararlı saydığımız bazı mahzurlu şeyleri mubah kılabilir" demişimdir. Ben o kuralı aynıyla ifade etmemiş olsam da, söylediklerim o kurala bağlı şeylerdir. Yani bunun gibi sözlerimize, satırlarımıza girmiş mantuklar, mefhumlar olabilir.
Benim aynı şekilde –sadece takdir ettiğim kimselerin değil- mesela, bütün eserlerini okuduğum halde takdir etmediğim Sartre gibi Camus gibi kişilerden de, romantizmini beğenmediğim halde okuduğum Balzac'ın Vadideki Zambak'ından da aklımda kalan bazı şeyler olmuştur.
Diğer taraftan, zihinlerde şüphe uyarmak için serrişte edilen yazıyı, 1984 senesinde bir arkadaşa dikte ettirerek yazdığımı ifade etmeliyim. O dönemde yazdığım yazılara ismimi koydurmuyordum; Sızıntı dergisindeki diğer yazar arkadaşlar da, kaleme alınanlarda bir güzellik varsa onun kendilerine mal edilmesini istemiyor, bir mahviyet duygusuyla müstear isimle ya da isimsiz yazıyorlardı.
Derginin o sayısı ve sonrakilere de bakılınca görülecektir, herhangi bir isim yoktur başyazıların altında. Çünkü, bizim derdimiz, o yazdı, sen, ben yazdık, değildi; güzel bir düşünce, faydalı bir fikir varsa milletimiz bundan istifade etsin diyor ve hoşumuza giden şeyleri herkesle paylaşma isteğiyle neşrediyorduk. Ayrıca, kitapları basan yayınevi de bu konuda bir açıklama yapmış, tebyiz (yazı taslağını temize çekme) esnasında müstensihin "ifadenin Günaltaycasıyla" kısmını hataen atladığını belirtmişti.
Bir insan, bütün bu hususları görmezlikten gelerek yakışıksız ithamlarda bulunursa insafsızlık yapmış olur kanaati acizanemce.'
bu işin bir tarafı ikinci kısmı ise eleştiride bulunmayı bile tam yapamıyoruz bahsi geçen kitap 2004 yılında yayınlanmamıştır. ve 1980 den başlayarak yazılmış makalelerin toplanmasıyla hazırlanmıştır.
ayrıca bu makaleler sızıntı dergisinde yayınlanmış olup her daim kaynakları verilmiştir. fakat bazı yıllardaki bazı makalelerin yazılış yerlerinden dolayı kaynakları sonra verilmiştir. bu olay 2004 yılında vuku bulmuştur fakat bazı sorunlardan dolayı verilemeyen kaynaklar en geç 1998 yılında yayınlanmıştır. merak edenlerin sızıntı dergisine bakmaları meraklarını gidermeye yetecektir.