kadın işi bitirdi gidiyor. ben cüzdandan daha çıkarmamışım parasını, o elini açmış bekliyor. aldı mı parayı bir çırpıda yeleğini giyiyor, ayakkabılıktan önü kapalı arkası açık ayakkabısını alıyor, o hızla ayağına geçiriyor. gözlerimle kadını takip etmekten yoruluyorum hatta ne ara yeleğini giydi tam kestiremiyorum.
temizlikçinin evden ayrılırkenki o dinç görüntüsü karşısında, benim omuzlar önde, dizler hafif kırık, parmaklarım suda fazla durduğundan buruşmuş, üst baş çamaşır suyu kokar halde, sağ kolum uyuşmuş, sol elim belimde durur vaziyette onu kapıdan geçiriyorum. giderken "her odada iki kova su değiştirdim bir daha bu kadar işi biriktirme" diyor. azarımı da işittim ya, yetmezmiş gibi şimdi bir de kulaklarım uğulduyor.
bir türlü gidemiyor. kapı karşısında duran aynaya bakarak bir de saçlarını düzeltiyor. "tutar mısın bir dakika" diyerek elindeki poşeti koltuk altıma sıkıştırıyor, ben gerileyip sırtımı duvara yapıştırıyorum, dizlerimi daha bir kırarak... hiç gitmeyecek sanıyorum. sen de görsen yeni geldi, soyunup dökünüp işe girişecek sanarsın, öyle gözüküyor.
hoplaya zıplaya çıkıyor apartmandan sonra. sanıyorum koşarak gidecek evine. gider mi gider. kapıyı kapatıyorum sonra. aynada kendimi görüyorum, sabahtan toplamıştım saçları, toka halen kafamda da saç baş dağılmış, tokaya dolanmış kalmış bir kaç tel,saçın kalan yarısı omuzlarda.
geçiyorum odaya. uzanıyorum koltuğa, dikiyorum ayakları havaya. "neydi be kadının kapıdan çıkarkenki o dinç hali" diye geçirirken içimden kızıyorum kendime.
ertesi hafta tekrar geldiğinde, benden çıkıp evine gittikten sonra yemeğe gelen 10 kişilik misafirlerini nasıl ağırladığını anlatıyor, ben ise aynı gün koltukta sızıp saatlerce uyuduğumu hatırlayıp tekrar sövüyorum kendime.