Yakın bir arkadaşımın tavsiyesiyle dün izlediğim, daha önceden de bildiğim fakat bu kadar övünce izlemeden geçemediğim film. Kitabını da okumak isterim, muhtemelen karakterler filmden daha derinlikli işlenmiştir. Bir Kitap uyarlamasına göre yüzeysel buldum.
Müzeyyen farklı bir kadın, bu farkın gerçekte de çekici olabileceğini düşünen olabilir ama gerçek bir müzeyyen'in karşı cins tarafından alacağı sıfat belli. Yani burada "canımıniçi böyle şeyler sadece romanlarda olur" diyebileceğim cüneyt arkın'dan araklayarak.* Tabuları olmayan, çok fazla konuşmayan, kendinden bahsetmeyen, pervasız yaşayan bir tip. Arif'i etkileyen de bu boşvermişlik ve karşısındaki kadının gizemi. Arif de bağlanmaktan yana değildi belki ancak kadının tavırlarının buna yol açacağı aşikardı. Kadının Arif'in nasıl bir boşluk yaşayacağını bile bile, bahane bile üretmeden çekip gitmesi beklenen sondu. Müzeyyen belki sevgisinde bencil değildi ama arif ile tanışıp ardından birden bire gitmesi açıkça bencillikti. Babaannesi öldüğünde Arif'in değil de halil'in omzunda ağlaması Arif'in beklentisini boşa çıkardı ve müzeyyen'in halil'i hala unutamadığı ortaya çıktı. Gerçi bu poyraz'dan halil'in evlendiği haberini aldığı sırada tutuyor olduğu Arif'in elini bırakmasından da anlaşılmıştı. Ancak bu sarılıp ağlama mevzusu da güzel bir anlam ifade ediyor zira kanımca kadınlar, sadece aşık olduğu adamın kollarında ağlar.
Böyle bir hikayenin mutlu sonla bitemeyeceği de belliydi. Beni en memnun eden ve öyle olmasını istediğim yerse Arif'in artık çay içmek istemeyişiydi ki öyle oldu. Müzeyyen beklenen gibi gitti ki müzeyyen yine bir şekilde giderdi.
Kahvaltı masasındaki ve sahildeki konuşmaları filmin en etkileyici kısımlarıydı. Bir de şu cümle ilişkileri hakkında söylenebilecek tek şeydi. Tam olarak bu değildi belki de ama aklımda böyle kalmış.
"Aramızda kalsın ama ben bile müzeyyen'in neyi olduğumu bilmiyorum."