böyle bir soru sorulduğu anda, zamanın var olması ve var olmaması konusundaki bütün eski güçlükler sökün eder. Ama Augustinus 'un sorgulayıcı üslubunun daha başlangıçtan itibaren kendini kabul ettirdiği dikkate değer bir olgudur: Bir yandan, kuşkucu kanıtlama var olmama durumuna doğru yönelirken, öte yandan da dilin gündelik kullanımı içindeki ölçülü bir güven duygusu, henüz açıklayamayadığımız bir biçimde, zamanın var olduğunu söylemek zorunda kalır. Kuşkucu kanıt oldukça iyi bilinir: Zamanın varlığı yoktur, çünkü gelecek henüz gelmemiştir, geçmişin artık varlığı kalmamıştır, şimdiki zamanda ortalıkta değildir. Oysa bizler zamandan sanki varmış gibi söz ederiz: Gelecekteki şeylerin ileride olacaklarını, geçmişteki şeylerin eskiden var olduklarını, şimdiki şeylerin ise geçmekte olduklarını söyleriz. Geçmek bile bir hiç değildir. Var olmama savına direnişi geçici olarak destekleyenin, dilin kullanımı olduğunu görmek de dikkate değer bir özelliktir.
Zamandan söz ediyoruz, hem de akla yatkın bir biçimde söz ediyoruz; bu da zamanın varlığı konusundaki bir sava temel oluşturur: "Zamandan söz edince, onu anlıyoruz kesinlikle; bir başkasının ondan söz ettiğini duyunca yine anlıyoruz."