Romanın baş kahramanı Winston, kuralları hiçe sayarak aşık olduğu Julia ile birlikteyken ‘Düşünce Polisi‘ tarafından yakalanır ve nerede olduğunu bilmediği bir hücreye atılır. Bunu uzun bir sorgulama süreci izler. Amaç, Winston’ın iradesini kırmak, ona Parti’nin (alternatif?) gerçeklerini kabul ettirmek, hatta Parti’nin asla görünmeyen ama her yerde posterleri asılı lideri ‘Büyük Birader‘i sevdirmektir.
işkencelere dayanamayan Winston bir süre sonra iki kere ikinin beş ettiğine, köleliğin özgürlük, Tanrı’nın Parti olduğuna inanır.
Parti görevlisi O’Brien, Winston’a “Seni alt ettik … Onurun ayaklar altına alındı … Yalvar yakar oldun, aman diledin, herkesi ele verdin, bildiğin ne varsa söyledin. Bir insan daha fazla küçük düşebilir mi?” diye sorduğunda ise Winston muzaffer bir tavırla “Julia’ya ihanet etmedim” diye yanıt verir. Ve Parti’nin eline düşenlerin korkulu rüyası 101 Numaralı Oda’ya alınır.
Bu odada ‘dünyanın en kötü şeyi‘ vardır. “Dünyanın en kötü şeyinin ne olduğu kişiden kişiye değişir” der O’Brien. Kimine göre diri diri gömülmek, kimine göre yakılarak öldürülmektir en kötü şey. “Senin durumunda dünyanın en kötü şeyinin fareler olduğu anlaşılıyor” diye devam eder O’Brien, içinden sesler gelen bir tel kafesi Winston’ın yüzüne yaklaştırarak. Parti, Winston’ın kabuslarından bile haberdardır.
insanoğlu en ölümcül acıya bile dayanabilir, ‘ama herkesin asla dayanamayacağı bir şey mutlaka vardır.‘ Winston için dayanılmaz olan farelerdir. O’Brien Winston’a tel kafesin kapısını açtığında açlıktan kudurmuş farelerin uçarak yüzüne saldıracaklarını, gözlerinden ya da yanaklarından başlayarak dilini yiyeceklerini söyler. Winston daha fazla dayanamaz ve avazı çıktığı kadar bağırır: “Julia’ya yapın! Julia’ya yapın! Beni bırakın! istediğinizi yapın ona, umurumda değil. Yüzünü paralasınlar, her yerini yalayıp yutsunlar. Beni bırakın, Julia’ya yapın!” Winston sevdiğine ihanet etmiştir sonunda.