sene 94... gencim o zamanlar... gözlerim ateş ediyor adeta. bir gün arkadaşlarla demlenmeye gittik, bizim hasanın yerine... çukurcumadan meydana çıkarken sağda. şahane kalamar yapar namussuz. oturduk dem alıyoruz derken bir afet-i devran girdi içeri... ama ne giriş, yakıyor yeri göğü zilli... hafifçe süzüldü içeri doğru, montunu şapkasını etrafını saran papyonlu dalkavuklara bıraktı.... gözleri tek bir masada, belli ki müdavim. kuruldu masasına, tek kelime etmedi dublesi dolup masası mezelerle bezenirken, ilk yudumu aldı beyaz altınbaştan... dudakları ıslanınca gül açıverdi sanki... meyhanede çıt yok, esas duruşta tüm gözler. kavuna yeltendi hafiften.. nasıl oldu bilmiyorum dibinde bitivermişim... kafasını kaldırıp dikti namlu gibi gözlerini gözlerime... bende görüntü nanay... kör oldum...
vakurdu ama bir çocuğunki gibiydi vakarı, hafiften emanet. 'kavun' dedi.. ben sesinin kayığına binip ufka yaklaşırken, 'kavunun mevsimi geçti artık, çok tatsız' dedi. oturdum karşısına sessizce, tekrar fani dünyanın ağırlığını hissedince omuzlarımda, az önce gördüğüm rüyanın mahmurluğuyla döküldü cümleler dudaklarımdan:
madem tatsız, ne diye kış günü kavun yiyon be mına koduumun zillisi..!