Bundan üç ay önce 10 Mart pazartesi günü Uludağ Üniversitesi uzun zamandır yaşamadığı bir hareketliliğe sahne oldu. Sabah saatlerinde dört arkadaşımızın yaralandığı haberiyle birlikte acile, tıp fakültesine doğru yöneldik. Elini kolunu sallaya sallaya üniversiteye giren 60-70 kişilik ülkücü faşist grubun çardaklarda oturan arkadaşlarımıza saldırdıkları haberini orada öğrendik. Jandarmalar da oradaydı ve sorularımız karşısında epey zorlandıkları hallerinden belliydi. Bizden isim istediler söyledik, tiplerini tarif edin dediler ettik. Soru sorma sırası yine bize gelmişti; neden bu saldırıya müdahale etmediniz dedik. Görmediniz mi ne kadar çoktular biz nasıl yetelim onlara dediler! Evet, bütün gün okulda cirit atan özel güvenlik birimlerinin, jandarmanın gözü önünde dört arkadaşımız kafasına, vücuduna ağır darbeler aldı. Ama saldırıyı protesto etmek için toplanan 250 kişiye jandarma anında "müdahale" etti. Bu da üniversitenin ve jandarmanın kimlerden yana olduğunu göstermeye yetiyordur sanırım. Aynı jandarmalar faşistlerle kafa tokuşturarak selamlaşıyor, kantinlerimizde sohbet ediyorlar. Bu faşistlerin arkalarında böylesi bir güç olmadan bu kadar rahat saldırıya geçebilmeleri mümkün müdür zaten? Eğer küpeli bir erkekseniz ya da sevgilinizle el ele dolaşıyorsanız ya da Kürt iseniz ya da sesiniz çok çıkıyorsa bu saldırılar "kaçınılmaz" ve "haklı"dır.
Olay günü rektörlük önünde toplandık ve rektörle görüşme talep ettik. Rektör talebimizi kabul etti etmesine de daha sonra aleyhimize kullanmak için kameralarını bize yöneltmekten de geri kalmadı. Yurt idaresiyle görüşmek için devlet yurdunun önüne geldiğimizde ise ( yurtlarda bu tür olaylar çok fazla yaşanmakta) görüşme talebimiz kabul edilmedi üstüne bir de jandarmalar biber gazı ve coplarla saldırıya geçtiler. Tekrar hastaneye yöneldiğimizde ise 70 kişiyi gözaltına aldılar. Gözaltında biber gazıyla uyandırdılar, tuvalet ihtiyacına saatlerce cevap vermediler. Ertesi gün rektör, açıklamasında olayları çıkaranların öğrenci olmadıklarını iddia etti. Kendi öğrencilerini tanımayan rektör, evlerimize çocuklarınız "kötü" yolda sahip çıkın diyen rektörle aynıydı oysa...
Göz altıların serbest bırakılmasıyla aslında her şey yeni başlıyordu. Savcı sürekli delil karartılabilir gerekçesiyle yakalama emri çıkartıyor, yeri yurdu belli olan öğrencileri yakalayıp bırakıyordu. Bu arada rektör de boş durmamış, 80 kişiye izinsiz basın açıklamasına katılmaktan, yasa dışı slogan atmaktan soruşturma açmıştı. Sanki basın açıklamasına katılmak için izin almak gerekiyormuş gibi, sanki yasalarımız arasında yasal slogan tanımı varmış gibi...
Ne diyelim bu memlekette devlet kendi yasasını bilmez üstüne cüppeli darbeler yapar. Adalet mülkün temeli olduktan sonra her şey olur.
Bu sırada aralarında "insan hakları eğitimi topluluğu" başkanının da yer aldığı 5 kişi terör amaçlı kamu malına zarar vermekten tutuklandı. Dosya istanbul'dan görevsizlik kararı verilerek yani dosyanın terör kapsamına girmediği gerekçesiyle geri gönderildi. Arkadaşlarımız yapılan itirazla ancak bir ay sonra çıktılar.
Ardından 44 kişiye delil yetersizliğinden dava açılamayacağına dair tebligatlar geldi. Ve son bomba! 25 kişiye kasten adam yaralama ve kamu malına zarar vermekten toplam 900 yıl hapis istemiyle dava açıldı. Akdeniz üniversitesine silahla giren alnı zülfikarlı faşist bile bu cezaya layık görülmedi.
Bu hikâye nasıl biter dersiniz? Sahi diğer üniversitelerde de böyle olaylar çıktığında gazeteler manşetlerinde "12 Eylül öncesi gibi" derken neyi kastediyorlardı? Birileri üniversiteleri karıştırmak mı istiyor yoksa?
1 Mayısı polis bayramına çeviren, Kürt sorununu hala inkâr ve imhayla çözmeye çalışan, muhtıralarla, parti kapatmalarla cüppe giydirilmiş darbeler yapan, derini falan kalmamış bir devletin en baştaki hedeflerinden biri değil midir üniversiteler?
Efendim? Sağ-sol çatışması mı dediniz? Bu yazdıklarımdan sonra bir daha düşünün isterseniz...
--spoiler--