itiraf başlığına çok sık entry giriyorum. canımın istediği herhangi bir şeyi yazmak için giriyorum. ya da günlük tutar gibi, ya da, uydurduğum şeyleri yazdığım da oluyor.
öykülere meraklı olduğum için, zaman zaman uydurma konusunda kendimi sınıyorum. yine de en çok, olan biteni, içimden geçeni yazasım geliyor, bu yazıda olduğu gibi. olup biteni, içinden geçeni, gerçeği, uydurma şeylerin arasına yedirmek gerek hiç değilse; öykü yazmak isteniyorsa en azından. hem aslında yazılan herhangi bir şeyin gerçekliği hem göreceli, hem dayanaksızdır. okuyan için, yazılanın, ne kadar inandırıcı olduğu bir yana, gerçekliği önemsizleşiyor. bilemeyeceği için öyle elbette. hele adına "öykü" dendikten sonra, yazan isterse yaşadığını, ya da, gördüğünü, tanık olduğunu anlatsın; hayal ederek, uydurarak yazdığından bir farkı kalmıyor.
düşüncelerin, dile getirilirken değişime uğradığı bilinir. anlatmak yorum katmaktır, bile denebilir. anlatılanın tümüyle gerçek olması da, tümüyle yalan, uydurma olması da mümkün değil, ille karışır ikisi biraz. öyküden çok deneme oldu bu yazdıklarım. anlatı da denebilir belki, tam bilmiyorum. metinleri sınıflandırmaya da gerek yok, diyeceğim şimdi. dedim.
olan biteni, içimden geçeni, gerçek diye kavradığımı anlatmayı, yazmayı en iyi şekilde beceremedikçe, mesela gördüğüm bir şeyi betimlemeyi; hissettiğim bir duyguyu, bir şeyin bana hissettirdiği bir duyguyu, gördüğüm bir şeyin bana hissettirdiği bir duyguyu betimlemeyi --içime sinerek-- beceremedikçe, kullandığım dilin hakkını verebildiğim söylenebilir mi? belki de bu yüzden, en çok görüleni, duyulanı, hissedileni anlatmaya çalışıyorum önce. uydurmak, hayal kurmak sonra gelir.