insan toplumlarının varoluş sürecinden itibaren eski insanlar doğaya hükmedemedikleri için üstün bir ruh/yaratıcı fikrine sığınmışlardır. doğal olayları açıklamakta o zamanın imkanları yetersiz kaldığı için en ufak bir olay bile ruhani ve ilahi bir güce bağlanıyordu.
misal: 1000 sene önce yıldırım çarparken o zamanın insanı bunu ''allahın gazabı'' olarak yorumluyordu. eski yunanda deprem olunca bunu zeus'un öfkesi olarak nitelerlerdi.
ancak bilimlerin akıl almaz ölçüde geliştiği 19. yüzyıldan itibaren şimşek çarpmasının da, deprem olmasının da aslında ne allahın gazabı ne de zeus'un öfkesi olmadığı kanıtlanmıştır. üstelik modern çağın bilimsel gelişmeleri kutsal kitaplarda yazılan bir çok şeyin de çürütüldüğünü de göstermiştir.
''dinin kökleri vahşet çağının kısıtlı ve bilisiz kavrayışlarındadır'' demişti engels üstad. yine engels insanların bilincinde geçmişten kalan bir şey olmasından ötürü (ve tabiki sömürücü sınıfların dini kullanmaya devam etmesi nedeniyle) toplumların bugün hala dinlere inandığını da söylemiştir.
din olursa birileri boyun eğer. birileri ise bu dünyada çileye karşılık öteki dünyada sonsuz mutluluk vaadiyle halkın elinden mücadele gücünü almak şöyle dursun mide bulandırıcı bir şekilde cebini doldurur.
dinin temelleri çoktan çürütülmüştür. evrenin maddi yasalardan ibaret olduğu hatta evrim teorisi dini onulmaz bir şekilde sarsmıştır. ama bu burjuvazinin işine gelmez. o boyun eğecek insan arar. marks üstadın dediği gibi ''din halkın afyonudur''.