jean jacques rousseau

entry176 galeri
    38.
  1. Bir görüşe göre klasik demokrasinin öncüsü sayılan, demokrasi denince akla gelen en büyük teorisyenlerin başındaki isim olan Rousseau gerçek anlamda bir demokrasinin hiçbir zaman var olmadığını asla da var olamayacağını savunur. Bunun nedeni olarak da demokrasinin sıradan insanlar için erişilmez nitelikte olan bir yurttaşlık bilinci ve erdemi gerektirmesini gösterir Rousseau için demokrasi, insanların özgürlüğüne hizmet eden bir araçtır. Ona göre bireyler kendilerini ve toplum hayatını ilgilendiren konularda doğrudan ve devamlı bir biçimde müdahil olabildikleri ölçüde gerçekten özgürdürler. Rousseau’ya göre haklılaştırılabilecek yegâne otorite yapısı kendi kendini yönetme yani katılımcı demokrasidir. Katılımcı demokrasi, tüm yurttaşların tüm kararlara aktif biçimde katılmasını öngören doğrudan demokrasidir. Eğer yegâne meşru toplumsal düzen toplumun üyelerinin ortak bir irade etrafında oluşturdukları gönüllü birliktelik ise o zaman yalnızca katılımcı demokrasi meşru olur. Bununla birlikte Rousseau gerçek demokrasilerin “halkın kolayca bir araya gelebilecekleri ve her bir yurttaşın diğerini kolayca tanıyabileceği kadar küçük olması gerektiğini belirtir. Egemenliğin yegâne meşru kaynağı ve sahibi olarak gördüğü halkın idari ve yürütmeyle ilgili kararları onun adına alabilecek temsilciler seçmesinde beis görmezken toplumun temel yasaları yapılırken halkın tüm yurttaşların oluşturduğu bir meclis aracılığıyla iradesini doğrudan ifade etmesi gerektiğini belirtir. Başka bir deyişle egemenliğin hangi surette olursa olsun devredilemeyeceğini savunan Rousseau aynı şekilde egemenliğin temsil edilemeyeceğini de ifade eder. Onun ifadeleriyle belirtmek gerekirse:

    "Egemenlik başlıca genel iradeye dayanır, genel iradeyse temsil olunamaz; ya genel iradedir ya değildir, ikisinin ortası olamaz. Buna göre, milletvekilleri milletin temsilcileri değildirler ve olamazlar. Olsa olsa geçici işlerinin görevlileri olabilirler; hiçbir kesin karara da varamazlar. Halkın bizzat onamadığı hiçbir yasa geçerli değildir, yasa sayılmaz”

    Buradan da anlaşılacağı üzere bizzat halkın onamadığı hiçbir işlem ya da girişim daha başka bir ifadeyle halka ve onun genel iradesine rağmen yapılan hiçbir girişim onun gözünde yasal değildir ve egemenlik ilkesiyle bağdaşmaz. Bununla birlikte gerçek anlamda katılımcı bir demokrasi her bir bireyin neredeyse özel hayata sahip olmayacak kadar kamusal faaliyetlere müdahil olmalarını gerektirecektir. Bu da Rousseau’nun ısrarla savunduğu doğrudan demokrasinin en çok eleştiri alan handikaplarından biridir. Egemenliği bölünemez ve başkasına devredilemez olarak gören Rousseau, halkın doğrudan doğruya kendisini yönetmesini ve bu yönetme sürecinde temsilciler kullanılmaması gerektiğini ifade eder. Zira ona göre “ bir halk temsilcilerini seçtiği anda ne özgürdür ne de vardır”.
    Böylece, milli egemenlik anlayışını savunmasına rağmen, onun bir sonucu olarak kabul edilen temsili demokrasiyi kabul etmez ve doğrudan demokrasiyi bir zorunluluk olarak görür
    Ancak burada belirtilmesi gereken bir şey var. Bireyin kendisi adına iktidarı kullanacakları seçtiği ve kendisini bir anlamda pasif konuma getirdiği temsili demokrasileri, seçilmiş aristokrasiler olarak gören Rousseau, aynı zamanda bazı koşulların oluştuğu durumlarda bunları en iyi yönetim biçimleri olarak ele alır. Rousseau'ya göre, temsili demokrasiler, ancak ekonomik eşitsizliklerin olmadığı ya da bu durumu yaratacak koşulların bulunmadığı ülkelerde var olabilir. Yani, eşitsizliğe dayalı toplum düzeninin egemen olduğu ülkelerde temsili demokrasinin varlığı, o ülkenin yurttaşları için bir kazanım değil aksine ciddi sorunların kaynağını oluşturur. Ekonomik eşitliğin olmadığı ülkelerde sistem bütünüyle güçlülerden ve zenginlerden yana işleyecektir. Böylece olması istenen temsili düzen, hiçbir anlam ifade etmeyeceği gibi, toplumsal yapının kırılmasına ve yönetim sorunlarının başlamasına sebep olacaktır. Bu açıdan bakıldığında Rousseau için, ekonomik eşitsizliklerin bulunmadığı ülkelerde temsili demokrasinin iyi bir düzen olabileceği söylenebilir. Çünkü "temsil düzeneği genel iradeyi ortaya çıkarabilecek bir yönde çalışacaktır. Böyle bir yönetimde genel irade de kendisini parlamentodaki çoğunluğun iradesinde ortaya koyabilecektir".

    DEĞERLENDiRME

    Yukarıda özetlenen düşünceleriyle Rousseau bütün çağdaş demokrasilerin bir bakıma öncüsü olmuştur. Rousseau, Rönesans’tan beri gelişen Avrupa kültürünü irdelemiş ve bunun olumsuz yanlarını eleştirmiştir. insanlık kültürünün göz kamaştıran bir gelişme ve ilerleme içinde bulunduğuna inanan bir çağın ortasında Rousseau; bu kültürün insanı gerçek doğasından soyutladığını, duygunun raftan kaldırılarak bütün değerlerin akla göre biçilmesiyle insanın gittikçe bir mutsuzluk içine itildiğini savunmuştur. Rousseau’nun felsefesi, duyguyu insan yaratılışının temel gerçeği olarak ileri sürmekle, akla büyük inanı ve güveni olan “Aydınlanma”da çok önemli bir değişmenin göstergesi olmuştur. Bu bağlamda, Rousseau’nun Aydınlanma felsefesini sona erdirecek, hiç olmazsa sarsacak anlayışların başlıca kaynaklarından birisi olduğu söylenebilir. Zaten onun büyüklüğü bir bakıma ondaki bu ‘çağını eleştirmede başarıya ulaşma’ yeteneğinden kaynaklanır. Uygarlık ve teknolojinin ilerleyerek insanın eşitlik ve özgürlüğünün esaslılığının yitirildiği bir çağda, Rousseau, kültürün doğaya uygunluğu yolunda uğraşlarda bulunmakla ancak çözüme ulaşılabileceğini savunmuş, devletin varlık amaçlarının başında da bu ‘doğallığı gerçekleştirme’ öğesine geldiğine özellikle değinmiştir. Rousseau’nun düşüncelerinin uzun süre etkinliğini sürdürmesinin temelinde neden olarak, Rousseau’nun özgürlük ve eşitlik düşüncesine verdiği önem yatar. Rousseau, insanların en önemli varlıklarının özgürlük olduğunu, özgürlükten caymanın insanlıktan caymakla özdeş olduğunu; özgürlüğü elde etmenin güç olmasına karşılık onu bir kez yitirdikten sonra elde etmenin artık olanaksız olduğunu vurgulamıştır.
    0 ...