Zakaria’nın kazanılmış zenginlik kavramının Japonya için gayet uygun olduğu görülebilir,
zira Japonya gerek petrol, doğal kaynak ve değerli madenler bakımından gerekse de geniş
verimli ve tarıma, hayvancılığa uygun arazilerden yoksundur. Bu da Japonya’ya kalkınma
yolunda tek şans bırakmaktır: halkı zenginleştirerek, oturmuş kurumları kurarak
zenginleşmek. Eğer Japonya’da petrol gibi değerli kaynaklar bolca bulunsaydı Zakaria’nın
belirttiği gibi devletin halka ‘sizden vergi beklemiyoruz ama siz de bizden hizmet istemeyin
ve siyasal beklenti içine girmeyin’13 deme ihtimali gün yüzüne çıkacaktı. Oysa Japonya adeta
yoksunluklarıyla kutsanmış olarak sanayileşmeye ve kendi burjuvazisini oluşturmaya
mecburdu.
Zakaria’nın ikinci tezi ise ‘bağımsız burjuva’ üzerine olup Japonya’daki kalkınmayla çelişiyor
görünmektedir. Kendi doğal süreci içinde ortaya çıkan ve devlete kendini bağımlı
hissetmeyen, devlet tarafından baskı altına alınmayan, dilediği gibi mülk sahibi olabilen
burjuva sınıfı serbest piyasa ortamında kârını maksimize edebilecek, böylece toplumsal
refahı, artırdığı istihdam ve oluşturduğu katma değer çevresinde yükseltecektir. Devletten
beklentisinin olmaması ise kendisini diğer firmalara karşı rekabetçi konuma sokacak ve
verimliliğin artışına yol açacaktır. Japonya’daki feodal sistemin her ne kadar mülkiyet hakkı
halka karşı tarihsel süreçte Avrupa feodalizmindekinden daha cömert olsa da sağlıklı bir
üretim sürecine sahip, büyük çaplı üretim kapasitesi olan firmalar kurmak için sermaye
biriktirmeye yetecek ölçüde değildi. Bu birikim devlet eliyle yapıldı, yani Avrupa tarzı
burjuva gibi devlete rağmen değil devlet sayesinde firmalar uluslararası ekonomik sistem
içinde bugünkü yerine gelmesini sağlayacak temellerini atmış oldu.