üzerinden onlarca yıl bile geçse unutulmayacak üzüntülerden, hayal kırıklıklarından, kızgınlıklardan biridir. ''gel son bir defa görüşelim, bir çay içelim'' diye çağırdığımı, gelmesi için deniz kenarında yürürken içimden onlarca dua okuduğumu ben bilirim. karın boşluğumdan saatlerce yediğim lodosu, öğleden sonra aklıma gelen sabahki tostun iştahsızlığından içemediğim çayın bardakta yarım kalmışlığına bakarken gözüme çarpan boş sandalyenin moralimi nasıl bozduğunu ben bilirim...
kalkıp dolaşırsın. içimde bir umut gelecek gelecek. ama aradan saatler geçer, gelmez. dakika dakika mutsuzlaşırsın. yüzünde bir öfke, çaresizlik, boğazın düğüm düğüm. dayanamayıp ararsın artık: '' gelemiyorum '' der. inanmak istemezsin. bir daha ararsın. yine aynı şeyi söyler. sonra ''10 dakikalık yoldan mı gelemiyorsun'' dediğimi hatırlıyorum. cevap vermemişti. çok canım sıkılmıştı. telefonu kapattıktan sonra nedense içimde hala geleceğine dair bir umut vardı. neden olmasın? seviyordum, bunu biliyordu. yormadan, kırmadan görecektim, bir çay içecektik, ona birkaç kitap verecektim, mutlu edecektim evine gidecekti. gelmedi. 'l' nin yanına 'e' ekletmeyecek kadar gelmedi. harfleri esir aldı.
peki neden böyleyiz biz? bizi seven insanları ne sanıyoruz? hırsız mı, arsız mı, onursuz mu, gurursuz mu? ne sanıyoruz biz onları, hayatımızı sonsuza dek işgal mi edecekler? kim onlar? neden gelip veda edecek adamlığımız, vefamız, yüreğimiz yok? sevmesi yetmiyorsa neden onları kırıp parçalıyoruz? bizi sevdi diye bu kadar hoyrat ve alçakca davranma hakkını kimden alıyoruz? biz nasıl varlıklarız ben anlamıyorum?
bir insan düşünün o kadar gelmedi ki gelebilme ihtimalinden nefret ediyorum artık. yüzüme birkaç çizgi daha ekledim sadece ona üzülüyorum. başka bir şey değil. gelseydi '' ben bu insanı sevdim ama olmadı '' derdim, utanmazdım sevgimden cam kenarına başımı yasladığımda şehirler arası. gelseydi en azından birkaç çizginin derinleşmesini engelleyecekti...