insan olmanın en temel özelliklerinden biri, hayatının hangi evresinde olursa olsun, oyun oynamayı bir türlü bırakamamasıdır.
Çocukluğunu bile bilmediğin anlarda başladığın oyunla haşır neşirlik, çocukluğunda, ilk gençliğinde, erişkinliğinde, olgunluğunda, orta yaşlılığında, yaşlılığında, ihtiyarlığında ve belki de ölümle kucaklaşma anında bile sürüyor.
ÖLmesine ramak kala, kollarındaki serum hortumlarından akan damlalarla, papatya falı oynayan insan tanımışlığım var.
Çocukluğum futbolla geçti.
Daha ilkokuldayken, 8-10 dakikalık teneffüs aralarında takımlar kurup, kıyasıya maçlar yapardık.
Ne zaman sınıflarımızdan çıkardık, ne zaman kimler kimlerle anlaşır da takımlar kurardık, ne zaman kuralları koyup maça başlardık ve bitirirdik de, sınıflarımıza, derslerimize dönerdik.
Sürenin, öğretmenlerin, bahçedeki diğer çocukların, disiplin cezası alma tehdidinin, oynadığımız alanda parçalanan dizlerimizin ne önemi vardı ki?
Biz oyunu severdik. Biz, futbolu severdik.
Belki de o yüzden, futbolu çok ciddiye almışımdır ve belki de bu yüzden, futbol için hiç kavga etmedim.
53 yaşıma vardım, bir uydu kanalında brezilya 3. lig maçıyla karşılaşsam, elimdeki kitabı bırakamasam da, ara ara seyrederim sonuna dek.