televizonda hiçbirşeyin olmayışı, kavurucu öğle sıcağı, annenin yemek kokusu...pencereden bir sinek giriyor odaya, uğraşacak iş çıkıyor. avucuma alıp sallıyorum, afallatıyorum. hayvanın acizliği garip bir haz veriyor. annem perdelerle geliyor, perde asmak dünyanın en zor işi. kafamda uydurduğum perde asma yarışmaları, kollarımın güçleneceğini sanmam, 20 düğme ard arda asıp rekor kırmam. ilginç. o zaman değil. yemek olduğunu müjdeliyor. kollarımda bacaklarımda düşüp açtığım kabuk bağlamış yaralar. o kabukları soymak. annenin yemeğinin değerini bilmemek... babama götürmem için bir tabak hazırlıyor annem. en sevdiğim kısa pantolonumu giyip saçlarımın önünü kaldırıyorum. yolda giderken poşetteki tabağı kaydırıyorum. yemeğin suyu poşete akıyor... terliğimi fırlatıp kızgın asfalta basıyorum çıplak ayaklarımla. sıradan, güzel. bakkalın kokusu, yenmeye hazır cipsler, çikolatalar. babam. ayakkabılarımı giyip topa koşuyorum hemen. üstümdekiler defalarca ıslanıp kurumaya hazır. sıcak beyine işliyor, beyin topa. saatlerce topun peşinde koşturmalar. defalarca ıslanıp kuruyuncaya. sonra büyükler gelir sahaya, reha abi "s.ktirin" der, "başka yerde oynayın". oturup saatlerce izleriz maçlarını. hayalini kurarız onlar gibi olmanın.
hava sıcak, sıcak beyine beyin hiçliğe işliyor. güneşin bunaltısı, yazmanın verdiği haz, annenin yemek kokusu. ne eski şevkim kalmış ne masumiyetim. reha abi şimdi iş güç peşinde, çoluk çocuk içinde. sokakta top oynayan bağırışmalı çocuklar,