yine bir pazartesi sabahı...
sabahın köründe kalkmak hiç bu kadar güzel değildi, bu kadar heyecanlı değildi
ama şimdi acele ediyorum
bir an önce otobüs durağına gelebilmek için
onu görebilmek için...
"6.40 ekspresindeki kız"ı görebilmek için...
sonunda geldim işte durağa, yine oradasın,
saat 6.32 gibi gelmişsin her zamanki gibi
benden 2-3 dakika evvel
yine nike çantan ve siyah beyaz converselerin
yine kumral saçların ve ela gözlerin
güneş tepelerin ardından yükselirken parıldırıyorlar..
ah keşke yanına gelip "günaydın" diyebilsem
o aramızda kalan üç metreyi yürüyebilsem..
neyse otobüsün kapıları açılmış...
keşke oturabilsem yanındaki koltuğa, olmaz işte
hemen arkana oturdum bende
belki saçlarının kokusunu alırım diye
o da ne ?
cebinden neden çıkardın telefonunu ?
Allahım korkuyorum...
neyse.. saate baktın herhalde..
ne de güzel bakıyorsun camdan dışarı
saçların nasıl parlıyor güneşin ışığında
artık duyulmuyor 86 model otobüsün motorunun gürlemesi
"arkalara doğru ilerleyelim" diyen şöförün sesi
kulaklarımda sadece güzellğinin ninnisi
biliyorum, hayatım boyunca tek kelime konuşamayacağım seninle
bir kez olsun dokunamayacağım eline
ama olsun varsın, böyle de güzel seni sevmek..
bu arada nasıl geçti istanbul'un trafiğinde bir saat..
geldim işte durağıma...
kalktım ayağa, inmek üzereyken dönüp son bir kez daha baktım yüzüne...
sen ise sadece güzeldin..
ve masum..
bir melek gibi...
yarın sabah görüşmek üzere hoşçakal...
hoşçakal "6.40 ekspresindeki kız"...
adın her neyse,
hoşçakal...