Devrimci pratiğin en büyük sorunlarından biri teoriyi içselleştirememesi, eski problemlerini aşamaması ve Marksizm'i kalıplaştırıcı-şabloncu bir biçimde algılamaya devam etmesi. Bunun yanında yaratıcı Marksizm'e de vurulan en büyük darbe ilkelerin çiğnenmesi, gerçeklerin tahrif edilmesi ve liberal/milliyetçi yalanlara kanmasıdır.
Kapitalizm'le birlikte ortaya çıkan uluslaşma süreci ve ulusal sınırların oluşması ile beraber bir takım problemler ortaya çıkmıştır. Dünya işçi sınıfını bölen, onu kendi düşmanlarına karşı birleşmesini engelleyen, büyük tekeller arasındaki pazar paylaşımını ve dünya pazarlarındaki tıkanıklığı bir savaşla açmayı planlayan ulusal ideolojiler ve ulusal dinamikler vardır. Kapitalizmin kendi ideolojisi olan milliyetçi- ulusalcı ideolojiler şüphesiz dünya işçi sınıfının birliğindeki en büyük engellerden biridir. Dünya'da akan kanın, baskının ve sömürünün meşrulaşmasının en büyük engelidir. Fakat emperyalizmin gelişmesi ile beraber kapanan burjuva demokratik devrimler çağı ile birlikte "ulusal" dinamiklerin sosyalizmin önündeki önemli bir olgu olduğunu görmek gerekiyor.
Dünya devrimine giden yolda yerel iktidarların önemi kuşkusuz sosyalistler tarafından ele alınması gereken bir dinamiktir. Peki ama neden bu dinamiğe dikkatli bir şekilde bakmak gerekiyor? "işçilerin vatanı yoktur." sözü acaba devre dışı mı kalmıştır? Bu sorunun cevabı kendinde yatıyor. işçilerin kendilerinin olmayan bir şeyi savunması imkansızdır. işçilerin, emekçilerin bir burjuva devleti olamaz, birbirlerini soyutlayacak bir vatanları olamaz. Ama toplumsal bir kuralla karşı karşıyayız. Hiçbir toplumsal sınıf kendi çıkarlarını toplumun ulusal çıkarları haline getirmeden egemen sınıf olamaz. işçi sınıfı, emekçiler bir egemen sınıf halien gelmesi için kendi çıkarlarını toplumun genelinin çıkarları haline getirmeleri gerekmektedir. Burjuva devrimleri çağında bu burjuvazi yönünde gelişmiş bir olguydu. Kendi pazarının çıkarlarını toplum çıkarı haline getiren burjuvazi egemen bir sınıf haline gelmiştir. Burada bir parantez açmam gerekiyor. Egemen bir sınıf haline gelmek için ideoloji çok önemli bir kavramdır ama tek başına ele alınamaz. Üretimsel gücün iktidar perspektifinde önemi red edilemez. Şimdilik burada bu konuyu geçelim.
Ulusal dinamik emperyalizm çağında bu kadar öne çıkmasının belli başlı nedenleri vardır; fakat açıkçası bunun üstünde durmak şimdilik yanlış.Reel sosyalizmin yıkılmasının ardından küreselleşmeci dalga acaba burjuva ulus devletini uluslarası bir kuruma mı dönüşüyor? Bunun cevabı çok basit: hayır. Merkez kapitalist devletlerinin siyasal konjoktürden yararlanarak emperyalizmi genel bir saldırı haline geçirmesinden başka bir şey değildir. Bugün hiç kimse merkez kapitalist devletlerin yani emperyalistlerin yarın öbür gün gümruk duvarlarını yükseltebileceğini kimse iddia edemez. Aksine bu küreselleşmeci dalga emperyalizmin kendini restore etmesinden bir başka şey değildir. Merkez kapitalist ülkelerde burjuva kurumlarını taşıyan ulus devletler kendilerini tasfiye sürecine girmemiştir. Kapitalist hiyerarşide altlarda bulunan az gelişmiş ülkelerde ise bu masallar tüm hızıyla reel sosyalizmin yıkılışı(hatta biraz daha ilerletebiliriz) ile beraber yürürlüğe konmuştur. Bu emperyalizmin tüm şiddetiyle bir saldırısını beraberinde getirmiştir.
Yukarıdaki bağlamlarda ele alınınca Avrupa Birliği projesi gerici bir proje olarak görülebiliyor. Sermayenin toptan bir saldırısı, sömürünün toptan maksimize( yüksek oranlara çıkarılması) edilmesidir. Peki o halde liberal solcuların ortaya attığı "Emeğin Avrupa'sı" ne kadar anlam taşımaktadır? Marksistler bunu enternasyonalizm olarak ele alabiliriz miyiz? AB'nin içindeki sermaye iktidarı tıpkı burjuva devletlerindeki iktidara benzemektedir. Nasıl parlemento yoluyla kapitalist sistem değişmezse, sermayenin iktidarından dolayı AB projesiyle yıkılamaz. Düzen dışı olguları düzen içine atan bu sloganlar işçi sınıfının iktidarını böldüğü gibi hayalcilik olarak görülmelidir. Enternasyonalizm bağlamından yaklaşınca ise Marksistler liberaller gibi vicdan muhasabesi üzerinden birlik içine girmeyiz. Enternasyonalizmin bir anlamı varsa o da dünya devrimine giden yolda birliktir. Dünya devriminin çıkarlarını tayin etmektir ve bu liberal projelerle yürümeyeceği açıktır.
Sonuç olarak ulusal dinamikler dünya devrimine giden yolda değerlendirilmesi gerekmektedir. Bugün olgusal olarak anti-emperyalist mücadele de bu gereklidir. Ulusal dinamikler henüz bir kenara bırakılmamıştır, ne burjuvazi tarafından, ne de işçi sınıfı tarafından. Dünya devrimine giden yol henüz yerel iktidarlardan, kitlesel kopuşlardan( bölgesel mana da okumak gerek) geçiyor.