bağlanmayacaksın öyle kayıtsızca ve bitmezcesine sevdanla.
gerekirse söndüreceksin içindeki ateşi, gerekirse yok edeceksin. ama bağlanmayacaksın sonunda...
çünkü hep acı getiriyor ,zamanla, bağlanmak. hayat "acaba" lar ve "keşke" ler ile doluyor. " acaba şimdi ne yapıyor, ne yiyor, ne içiyor, kiminle, neden, onun da aklına ben geliyor muyum acaba vakitsiz ve sonsuz zamanlarda, acaba sevdası küçük mü yoksa benim aksime kocaman sevdasını gizlemekte benden iyi mi?"
diye kendi kendini yiyor insan.
bağlanmayacaksın. yoksa kendi kendini ezer ve sonunda yok edersin. "keşke söyle yapmasaydım, bu kadar aptal, bu kadar anlayışsız, bu kadar şöyle, bu kadar böyle olmasaydım..." diye diye de kendinizi aptallaştırırsınız.
ve siz, siz bu bağın kopacağına ihtimal dahi vermezken, böylesine bir bağı ancak ölümün ayırabileceğini, hatta onun bile ayıramayacağını düşünürken...
birileri çoktan koparmış oluyor, tüm bağlarını...
ve o an, işte o an aşkın, sevginin, özlemin ateşiyle yanan kavrulan o adam... kül olup gitmek istiyor. mümkünse onun en sevdiği mevsim olan,sonbahar rüzgârıyla
ve en kötüsü ise siz geçen 4 yılın ardından, acının varlığına alışmış ve kader ortağınız eylemişken acıyı...
bir mektubun gelmesi...
süsler ile dolu, sevgi sözleri ile dolu.. kalpler dolu.. maalesef yaşama daha da bağlayan aşk sözleri değil bunlar. bir düğün davetiyesi. gözleriniz dalıyor...
i̇şte! i̇şte hayalleriniz gerçekleşiyor. i̇şte mutluluklar içinde, beyazlar içinde sevdiğiniz. "evet!" diyor nikah memuruna haykırırcasına bir evet. zaferle dolu, heyecan dolu bir evet.
tüm bu hayaller sizindi...
ama başrol artık değişti.
acılar içinde kıvranmıyorsunuz artık. i̇ltihap geçiyor. çünkü yariniz, biricik sevgiliniz, biricik aşkınız mutlu. zaten bir elveda bile dememişti. zaten bir görüşürüz dahi dememişti. sizi unutmadı de mi..? sizin tek isteğiniz de buydu zaten. o mutlu olsun. o mutlu... ve ben, ve ben bu oyunda olmasam da olur.
ha size ne mi oldu..? yalnız bir adam oldunuz. kalbiniz rahatladı aslında yahu. vallahi bak. artık ölmemek için geçerli bir sebebiniz kalmadı mesela. arkanızdan ağlayacak insan yok mesela. ne kadar da güzel değil mi?
ve mutlusunuz. çünkü onunla geçen zamanları düşündükçe hiçbir zamanın boşa geçtiğini düşünmüyorsunuz. aksine şimdiki zamanınız size çok daha boş geliyor.
2 yıl daha geçiyor... bağlanmaya çalışıyorsunuz insanlara,yeni acılar istiyorsunuz besbelli, kaşınıyorsunuz. ama olmuyor. yüreğiniz sızlıyor. siz hala o yaralı, yıkık adamsınız. yaşınız ilerliyor... öyle 30-35 bile değil henüz. 27-28 civarı.. ancak ruhunuz o kadar çöküyor ki, yolun yarısını yarılamış hissediyorsunuz... insanlar için umudunuz kalmadığını o an fark ediyorsunuz.
ve hafifçe gülümseyip, "böylesi daha iyi be" diyorsunuz.
bazı filmler izlersiniz. başrol oyuncusunun başına türlü kötü şeyler gelir. ama bir şekilde hayatı mucizevi bir şekilde değişir. ve film mutlu sonla biter.
bazı insanlar için ise film her zaman mutlu sonla bitmiyor işte. beklenen mucize,gelmek bilmiyor bir türlü.her filmin senaryosu aynı olmuyor. senarist aynı olsa dahi, sizin filminiz tutmuyor da... tutunamıyor da.