kadıköy sahilinde sevgiliyi beklemek

entry8 galeri
    1.
  1. hepimizin bir hayali var!
    kimi güzel bir kadın, kimi para, kimi şöhret,
    benim istediğim ise sadece bir parça huzurdu.

    yine bu köhne odada uyandım.
    ahşap döşemeyle kaplı duvarları ıslak köpek gibi kokuyor.
    avizesi üst kattaki küçük bir koşuşturmayla sağa sola sallanıp duruyor.bu sırada avizenin paslanmış demirinden gıcırdılar geliyordu.
    yağmur her yağdığında eski pencerelerin diplerine yerleştirdiğim
    havlular biraz olsun işe yarıyor ve akmasını önlüyor,
    ben ise sigara üstüne sigara yakıp henüz kansere yakalanmamış ciğerlerimi zehirle kutsuyordum.
    bakmayın öyle, herkes ölür.

    bir süre sonra kalkıp üstümü giyindim.
    deri ceketimi sandalyenin sırtından alıp kendi sırtıma geçirdim.
    sepetten bir iki parça ekmekle doyurdum karnımı, motorun anahtarını da alıp kiracısı olduğum bu berbat ama huzurlu evden çıktım.

    o günü hiç unutmadım.17 mayıs 2013...

    güneş tam tepede tüm heybetiyle kadıköy'e gülümsüyor,
    martılar peşi sıra beşiktaş vapurunun peşinden uçuşuyorlar,
    sahildeki otobüsler yine o akılalmaz trafiğe karışıyorlardı.
    bunun yanında sevgililer, arkadaşlar, satıcılar, saat satan zenciler, derhaneden çıkan bitkin öğrenciler, maaşını çekmek için yollara
    düşmüş emekliler ve mekanına müşteri çekmek için avaz avaz bağıran esnaflar cümbüşü tamamlıyordu.

    bense moda sahile varmıştım bile.
    arkadaşımı beklemek adına bir sigara çıkarıp motora yaslandım.

    10 dakika bekledikten sonra arayıp nerede olduğunu soracaktım. beklemekten
    oldum olası nefret ettim. kısa ve sinir bozucu bir konuşmanın ardından gelemeyeceğini
    son anda işi çıktığını söyledi.

    en sağlamından bir kaç küfür edip sigaramın dibini de içip attım.
    olan oldu ekildim en azından biraz sahilde oturayım dedim.
    kayalıklara çıkıp taşlar üzerinde ellerim cepte yavaş adımlarla oturacak bir yer aradım.

    çiftlerin yanına oturup onlar öpüşürken rahatsız etmek istemiyordum.
    derken etrafı boş bir yer buldum. oturdum.

    sonra o'nu gördüm!
    kızıl saçları, bembeyaz teni, yeşil ve ağlayan gözleri.
    çok geçmeden yakınımda bir taşa oturdu.
    beni görmedi bile.

    telefonunu ve kulaklığını çıkarıp müziğini açtı muhtemelen.
    denizle gökyüzünün birleştiği ufuk çizgisine bakarak ağlıyordu.

    bir süre sadece o'nu izledim.
    o arada bir kaç sigara içtim yine.
    yer yer kendi kendine söyleniyor sonra tekrar ağlamaya başlıyordu.
    kıyıya vuran dalgalar şiddetlenince, alt taraftaki taşa koyduğu ayaklarını çekerek
    ıslanmasını önlüyordu, o insanı refleksi bile sevimliydi.

    bir süre sonra olduğum yerden kalkıp yanına gitmeye karar verdim.
    kısa bir süre kararsız kaldıktan sonra yanına kadar gittim.
    sağa sola bakmıyordu bile görmedi.

    yakınına oturup omzuna dokundum.bir an irkildi kulaklığını çıkardı.
    kulaklığından gelen o kısık seste istanbul'da sonbahar çalıyordu.

    bana doğru döndü ve ''ne var'' gibisinden baktı.

    +ağladığını görünce konuşmak için ben...
    -kalbi kırık kız, hemen gidip teselli edeyim, belki omzumda ağlar, dertlerini anlatır, tanışırız,
    güzel vakit geçiririz ooo daha neler neler di mi? defol git!!

    sadece gülümsedim. böyle bir öfke patlaması beklemiyordum.
    ben gülümseyince o da gülümsedi. aşırı tepki verdiğini anladı.
    üzerine gitmedim yine de.
    kalkıp tekrar biraz uzaktaki kendi kaya parçama oturdum.

    bir süre daha o'nu izledim.
    neyse ki gözlerinden yanaklarına süzülen yaşları durmuştu.
    arada dönüp bakıyordu, hayatım boyunca maruz kaldığım en güzel kaçak bakışlardı.
    bilirsiniz, bazen bir kız gelir.
    değişik hissedersiniz.
    aşık olmak gibi basit bir kavram karşılamaz.
    bir şeyleri çağrıştırır.
    kendi içinizden çıkarıp sevdiğiniz bir parça gibidir.
    johnny cash şarkıları gibidir. depresif, soğuk ama huzurlu.
    yağmuru hatırlatır, sonbaharı, kahveyi, kediyi, kafka kitaplarını...

    tam olarak kelimelere dökemezsiniz. mutluluk ya da aşk vaat etmez.bir parça daha fazlası
    gibidir...

    kaçak bakışları artık gözlerimde ölmeye başladığında, kendi kaya parçamdan kalkıp yanına gittim tekrar.
    rüzgarda uçuşan saçlarını eliyle kafasının arkasında tutarak bana baktı.
    bir parça daha şevkatliydi.

    +oturabilir miyim, defolup gideyim mi?
    -oturabilirsin. (gülümsedi)

    yanına oturdum kaya parçası üzerine.
    dizlerimi karnıma kadar çektim, kollarımı da dışından bağladım.
    bir süre konuşmadık. aslına bakarsan ne diyeceğimi de çok bilmiyordum.
    sonra bana dönerek;

    -adını hala söylemedin?
    +dorian... senin?
    -ahu... neden...?

    belli kalbi kırıktı. sadece neden demişti ama bazen çok şey anlatır.
    dil dediğimiz insanın kendini ifade etme şekli değil mi? biz buna o an ihtiyac duymadık.

    +nedeni yok. hayat... diye cevapladım.
    -böyle olmak zorunda mı?
    +neden güzelsin ahu?
    -güzel miyim? bilmiyorum.
    +bilmiyorsun çünkü şans. genetik bir şanstır hayat gibi. insanlar gibi.
    karma yok, kader yok, üzdüğün kadar üzülürsün yok, emin ol kötüler de mutlu yaşayıp ölebiliyor.

    -ben aldatıldım dorian ve lanet olsun ki hala ona aşığım.
    +aşkın anlamı bu zaten.
    -ne?
    +aşk farsçadan gelir. özü aşekadır. aşeka; ağacın etrafını saran, ağaçtan beslenen ve
    sonunda ağacı kurutup öldüren sarmaldır.
    -desene aşkın kökü anlamsızlığımı anlamlandırıyor.

    bir süre sonra telefonu çaldı. konuşurken o çocuk olduğunu anladım
    onunla görüşmek üzere apar topar kalktı.
    numarasını istemek konusunda kararsız kalmıştım ama gidiyordu.
    bu o'nu son görüşüm müydü?
    istemedim. kendine iyi bak deyip gözden kaybolana kadar o'nu izledim.

    peri masalı gibi gelip gitmişti.
    ne tam gerçek ne tam hayal. değişik hissettim.
    tekrar bir sigara çıkarıp yaktım kaya parçama uzandım.
    ben de kulaklığı çıkardım ve gökyüzüne doğru dumanı üfleyerek turn the page
    dinledim...
    5 ...