arsız güneş ışığı perdesiz penceremin ardından bacaklarıma vururken eski bir alışkanlıkla parmaklarımı kıvırıp yılın beşinci ayından beri benimle olan fakat değerini daha dün fark ettiğim sevgilime biraz daha sokuluyorum. "büyük bir israfa yol açıyor tutumluluğun; çünkü senin zulmünden aç kalan güzellik, erişemez oluyor gelecek kuşaklara..." diye üç dizeye sığan acıyı tek seferde söyleyiveriyor. sıkıldım.
içimdeki kadın ayaklanıyor önce. dudaklarını, göz kapaklarından daha koyu bir renge boyuyor. dudaklarımı kendime saklamalıyım diye düşünmeden bir bar taburesine yerleşiyor. insanlık için en zor kabullenişi yapıyor belki de, çıplaklığıyla barışıyor, günahlarına sahip çıkıyor. bir nedeni yok, sadece hiçbir şeyin mükemmel olmayışı hoşuna gidiyor.
pencereye yaklaştım. kuşlar sanki uyuyakalmış gökyüzünde, yarım saatten çok olmuş aynı noktaya bakıp içimdeki hayata kaydığımdan beri. bana kırılmış, sorusuna cevap vermeyi bırak, duymamışım bile. "hı?" diyorum, "paris," diyor "bırak şu dinsizce işi." en sevdiğim dinleri düşünüyorum. içimdeki kadın kahkaha atıyor düşüncelerime. "en çok kimin ölümüne üzülürsün? romeo? ivan?" diyor, dudaklarını alay ederken yaptığı gibi kıvırmış, yeni bir soru ekliyor "hiç gerçekten var olan birinin ölümüne üzüldüğün oldu mu?"
olmadı. kırılmış bir çemberde dolaşan ve bir cama çarpınca kanadı kırılan kuşlar olarak dünyaya geri geldiğini düşündüm hep ölülerin. zaten burada olanların ölümüne neden üzüleyim? hem de kuş olup özgürlüğe kavuştularsa? ölümden daha lezzetsiz şeyler var, sonsuzluk mesela. yağmurlu bir havada evde ne yapacağını bilemeyen insanoğlu, niçin bu kadar sonsuzluk meraklısı?* yok olmak, kötü bir şeymiş gibi, neden korkuyoruz bu kadar? neden korkutuyoruz? dünyanın bütün vaktine sahibiz. buna rağmen sonsuzluğun içinde gerçek anlamda bulunmak istediğinizde, irlanda'ya gidin. hiçliğin ortası. zamanın durduğu, hayatın devam ettiği yer.
"anna diye seslen bana, söyle hiçbir okyanusu dudaklarından öptün mü?" bir sanatçının yüreğine sahip ama sanat da değil kadın, sanatçı da. fırtına gibi davranıyor. önce darmadağın, sonra da darmadağın. bir okyanusu dudaklarından öpmedim hiç, dudaklarını ararken deniz atları beni kovaladı. "anna" diyorum "saçlarımda dolaşan Tanrı'nın elleri mi?" saçlarında dolaşan, omzunda yattığın ölüme uzanmış eski bir arzunun elleri. "malta'da bir barda, ah hep yalnız başıma..." kadın susmak bilmiyor. ama zaten sussa ben bir çiçekçi dükkanının demir kepenklerini kapatırdım sanırım, bir şehri tam 17 yerinden terk ederdim.* bir seveyim dedim, elime yüzüme bulaştırdım. zor oluyor böyle gecenin ortasında güneş açmak da. günaydın gece.