yapılmış en aptalca dalgınlık

entry4758 galeri
    4455.
  1. dalgınlık tarihimin beni en çok güldüren anısıdır. şöyle ki;
    o sıralar ailemin istanbul'da benimde üniversite için ankara'da ikame etmem sebebiyle sık sık otobüs yolculukları yapardım
    bu iki şehir arasında. şöyle bir huyumda vardır ki otobüs yolculuğunu sevmemem sebebiyle yolculuk yapacağım günün evveli uyumaz, tüm yolculuk boyunca uyumak için elimden geleni yapardım. yolculuklarımın bir ikinci özelliği ise hep gece olmasıydı çünkü böylelikle hem kolayca uyuyabilir, hem de istanbul'da daha fazla vakit geçirebilirdim.
    fakat heyhat sanki eski tecrübelerimi hiçe sayar gibi göz kapaklarım bırakın kapanmayı kıpırdamıyordu bile. belki yanımda yüzelli kiloluk bir (bkz: bufalo)nun oturması, belkide şoförün pencereyi hafif aralayıp yaktığı sigaranın asırlık tiryakiliğime meydan okurcasına salınması yüzündendi ama neticeyi değiştiremiyordu ne yazık ki.bereket otobüs yolcu almak için bir yerde durmuştu ve hemen atlayıp sigaramı yakacaktım.
    ufak eşyaların konulduğu koltukların yukarısında duran bölmeden montumu aldım ve dışarı çıkıp sigara içmeye başladım. döndüğümde usulca yerime oturdum ve hayalet gibi önümdeki koltuğa bakıyordum. doğuştan esrarkeş gibi bakan gözlerim uykuyla sapıtmıştı artık. etrafı kolaçan ederken yanımdaki bufalo öldü mü diyerek sağ tarafıma baktığımda tatlı bir teyzenin hayırdır der gibi bakan gözlerini gördüm. teyzecim tipimden korkmuş olacak ki önce ufak bir yutkundu sonra hafif gülümsemeye başlamıştı ki pardon diyip bizim ayunun yanına oturdum. tekrar yolcu alımı tekrar sigara ve tekrar teyzenin yanına oturmuştum. öncedende yaptığım hareketleri sırasıyla yaptım sonra ulan bizim bufalo nerde diye bakmamla beraber cici teyzeyi gördüm. yalnız bu sefer teyzede tuhaf bir ifade vardı, teyze ne düşünüyordu bilmiyorum ama tekrardan özür dileyip yerime oturdum. zayıf olmamdan yararlanan bay angus taşaklarını kaşıyarak karşılamıştı beni bu sefer. sezerciğe aç olduğu için köfte ısmarlayan amcanın sırıtışıyla yavaşça doğruldu ve nihayet oturabildim.anlaşılan kendide bana acıyordu.
    muavin kürek gibi sesiyle yirmi beş dakika mola verildiğini söyleyerek uyandırmıştı beni ve ölü misali kıpırdayamadım bile. öhöm böhm diyerek * zat-ı leblebi müsade istedi ve ardından birşeyler yemek için aşağıya indim. sonunda dışarının ayazından kurtulmuş ve montumu katlayıp yerine koyduktan sonra yerime oturmuştum. ulan amma
    denyolar var diyerek ve içimden sağlam küfürler ederek çekirdek çitleyenlere * ve ayakkabısını çıkarıp çoraplarıyla uyum içinde oturanlara bakıyordum. ya arkadaş bizim bufalo yine nerde ya diyerek sağ tarafıma bakmamla teyzeyi gördüm. teyze ise artık son bir çabayla otur yavrum otur sen benim evladımsın diyerek iffetini korumaya çalışıyordu. ulan arkadaş n'oluyo ya diyerek hem dalgınlığıma hem teyzenin ruhuma attığı iftiraya bir isyan şeklinde kalktım ve yerime oturdum. artık analitik zekamı ve kuramsal bakışaçımı devreye sokmamın zamanı gelmişti. sonunda şu yargıya varmıştım. yer olmadığı için montumu teyzenin oturduğu koltuğun üstündeki bölmeye koyduğum için montumun bulunduğu yerin hemen altındaki koltukları yerim bellemiştim ve başıma bunlar gelmişti. pisagor'u öklid'i hatta rahmetli başkan kennedy'i devreye sokarak vardığım bu çözümleme (çözümleme denince akla sırrı süreyyanın muronun vb. gelmesi) beni bir hayli memnun etmiş olacak ki bufaloya bende bir tane sırıttım.
    esnemeyin a dostlar, macera yeni başlıyordu.
    evdeydim nihayet, açık sarı ve sigara dumanıyla renklenmiş duvara ve beyaz tavana bakarak uyuyakalmıştım.
    zaarrrrrrrrrr telefon sesi, arayan çocukluk arkadaşım onur'du.
    -aloooovv*
    -alo tedavül naber abi
    -iyiyim kanka. sen nasılsın
    -olum yeni mi uyandın saat iki.
    -* evet abi hayırdır, nerdesin
    -bizim semtteyim. saat üçte şu şu yerde buluşalım.
    -tamam abi, saat üçte şu şu yerdeyim (saat tekrar kontrol edilir)
    -tamam, hadi görüşürüz
    -görüşürüz.

    yalnızlıktan ölürken çalmayan telefon uykuda çalardı böyle. (bkz: murphy yasaları) (bkz: interstellar)*
    uzunca bir süre duvarlara, mavi, gri ve bordo desenli yatak örtüsüne kilitlenmiştim zira hala ayılamamıştım. sonra tanrılar bana acımış olacaklar ki yavaş yavaş nöronlarım çalışmaya başlamıştı. evet, evet evet uyanıyordum. bu oda, bu duvarlar ya bu beş katlı ince kitaplık. yo yoo, hayır
    evet, haklıydım, ben ankara'daydım. arayan arkadaşım ise istanbul'a gittiğim gün görüştüğüm ve beni hala istanbul'da zanneden sevgili arkadaşım, dostum idi. belki bu saatten sonra eski arkadaşım demeliydim.
    sonra yavaş yavaş düşünmeye başladım. ya şimdi nasıl denir böyle bir şey canım. ya gardaş kusura bakma ben biraz geç gelicem.
    niye abi, şey yol biraz uzun. nasıl yani. kanka ben ankaradayımda biraz zor oluyo gelmesi malum iç anadolu trafiği.
    aklımda oluşturduğum tüm senaryolar fiyaskoydu, artık gerçeği kabullenip aramaya karar verdim. en sevdiğim arkadaşlarımdan biri tarafından artık gerçek bir mal olarak anılacaktım. anılarda, hatıralarda, rakı masalarında, belki ibretlik hikayelerde.
    -alo
    -efendim abi
    -abi şey dicem
    -evet
    -kanka ben aslında
    -evet abi, sen aslında
    -ben aslında sana uzun süredir aşığım, anlıyor musun. seni görmemeliyim.
    -ne diyon hımına koyim ya, olum gelmiyo musun
    -kanka, ben ankara'dayım
    -ne ankara'sı olum * ya olum bi siktirgit ya
    -gahshsha
    -jfjdkdkdj
    -jfjdkdkdj
    -dkslffllf
    -çekosyavaklalılaştıramadıklarımızdakilerdenmisiniz
    -hahaha

    telefon kapanır, uyumaya devam edilir
    3 ...