Buraya ya da başka bir yere... Nereye kazırsam, nereye kusarsam farketmiyor. Bozkır soğuğunda sertleşen toprak yığını perdeliyor hayal meyal gerçekliğimizi...
Yollar gidiyorum uzun uzun...
Kasabalar, köyler, şehirler gidiyorum...
epey üşüyorum.
gece karanlığından korkuyor ve seni ancak isminden, isminden öpebiliyorum.
Ürpertilere ismini veriyorum bazen, ferahlıyorum.
Sonra...
....
Dalıp dalıp gidiyorum uzaklara, inceden kırılarak bu öyküye...
Ama yine de...
Yine de Bitimsiz bir ümid kavrıyor beni şakaklarımdan ve hayallerine çalıyor sırtımı sonsuz şefkatin acıtan gücüyle...
Yoruluyorum.
Anla beni...
Sessizliğe dolan bir kapı sesinde dahi, hafızamın acziyetinde eriyen soluk hayalini duyumsamak kolay degildir dilruba...
Ürperiyorum...
Korkuyorum,
Etten ve kemikten ibaret göğsüme hayal elbisesi giydirmekten ve rüzgar kadar şeffaf bir varlık olmaktan...
gelemiyorum sana,
Buralarda kendimi de bulamıyorum.
Bu yol nere gider, bu hal ne olur onu da bilemiyorum.
Masumiyetin hakkı için müsaade iste garipler ocağının membaından...
Avuçlarım kirli...
Boynumda sancısı var doğum lekelerinin...
Kalem düştü elimden...
Kırgın değil, kovgunum...
Ve ben artık Yorgunum...