Yatılı lise yıllarına ait bir hatıra gelip kondu aklıma, film bakmak için girdiğim mekânda...
Kaldığımız pansiyonun şimdi numarasını hatırlamadığım 1. Kat koridor başındaki odasında ( ki bizler odalara koğuş derdik ) vişne çürüğü rengi verilmiş duvarlara, kurşun kalemle şiirler yazardım. Kimisi tavandan tabana kadar uzanan, kimi doğrudan tavana yazılmış, kimi de kalın puntolarla duvarın göğsüne karalanmış şiirler. Koğuş duvarları öyle bir hale gelmişti ki, artık yazı yazılacak tek karışlık alan kalmamıştı.
Zamanla odamızın ziyaretçi sayısı da artmıştı... Sadece şiir okumak için gelenler vardı. Şiirlere sarılıp uyuyorduk bitlis soğuğunda... Tabi merkezi kontrol dışında icra edilen herşey gibi bu durum da engellenmesi gereken birşeydi yöneticiler için. idarede epey fırça yedim. Epey yüksek ülkülü nutuklara maruz kaldım. Ve elime silgi verilip o duvarlar tek tek şiirden arındırıldı; Başımda durup bu dayatmayı zevkle izleyen pek bilgili hoca eşliğinde...
Ne oldu peki sonra, bir film çekildi yılmaz erdoğan tarafından; Duvarlara şiir yazacak kadar dizelere müptela gençleri konu edinen... Bütün ülke izledi, epey methiyeler dizildi. Ödüllere aday gösterildi. Ve bu bir filmdi...
Benimki ise gercekti...
Muhtemelen bu filmi izlemişse ya da izleyecek olsa senaryodan pek etkilenmiştir-etkilenecektir o hocalarım.