Mustafa Kemal, islâm’ı bilen ona bağlı olan bir insandır. Bir çok konuşmasında islamiyeti övmüş; akıl, mantık ve ilim dini olduğunu belirtmiştir11.“Din vardır ve lâzımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi; fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur – tefsirler, hurafeler binayı daha fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez- Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır.“Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için, akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır”.“Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı ilerlemeye mâni hiç bir şey ihtiva etmiyor… (1923)“Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalb ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz (1923)”12.“… islâmiyetin ilk parlak devirlerinden mazi mahsulü olan sakim âdetler bir zaman için kendini göstermeye, nüfuz ikama muktedir olmamışsa da, biraz sonra islâm hakâyıkına temessük, islâm esaslarına teyfik-ı hareket etmekten ziyade, mazinin miraslarından olan âdet ve itikadları, dine karıştırmaya başlamışlardır. Bu yüzden islâm cemiyetlerine dahil birtakım kavimler, islâm oldukları halde sükûta, sefalete, inhitata mâruz kaldılar. Mazilerinin bâtıl itiyad ve itikadlarıyla islâmiyeti teşvik ettikleri ve bu suretle hakikat-ı Islâmiye’den uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.”“Bizim dinimiz milletimize aşağılık, miskin ve hor görülmeyi tavsiye etmez. Aksine Allah da Peygamber de insanların ve milletlerin yücelik ve şereflerini muhafaza etmelerini emreder” 13.Atatürk, islâm dininin siyasallaştırılması; siyasi anlayışların ve esasların dinileştirilmesi, hilâfetin saltanata dönüştürülmesi konularına da temas eder ve şöyle der:“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. işte biz, bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz… (1930)”14.“… islâm dinini, yüzyıllardan beri alışageldiği üzere bir siyaset aracı durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve ilâhi inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü menfaat ve ihtiraslara görünüş sahnesi olan siyasetlerden ve siyasetin bütün kısımlarından bir an önce ve kesin olarak kurtarmak milletin dünyevi ve zührevi mutluluğunun emrettiği bir zarurettir. Ancak bu suretle islâm dininin yüceliği belirir”ıs.Alıntılanan görüşlerinde görülmektedir ki Atatürk, islâm’a içtenlikle bağlıdır ve Din’in özgün haliyle korunup yaşanılmasını istemektedir. islâm’ın akıl, ilim, fen ve mantık dini olduğunu, insanlara ve milletlere kimlik ve kişilikleriyle yaşama anlayışı telkin ettiğini belirtmektedir. Bu sebeple, Türk Milleti’nin dinini öğrenmesi ve daha dindar olması gerektiğini söylemektedir.Ancak Din’den uzaklaşmaya ve din istismarı yapmaya şiddetle karşıdır. Siyasî ve şahsî nedenlerle din istismarı yapılmasına, Din’in siyasete alet edilmesine asla tahammülü yoktur. Müslüman oldukları halde çöken ve yıkılan milletlerin, geçmişlerinin yanlış alışkanlıklarına ve inançlarına islâm’ı dayanak yaptıkları ve islâmî gerekçelerden uzaklaştıktan için, yok olduklarını söyler. Din’in hurafelerden ve bâtıl inançlardan arındırılmış olarak insanlara sunulmasını ister.Bu bakımdan Atatürk din eğitim-öğretiminin çok ciddi olarak ele alınması gerektiği, kadın ve erkek olsun bütün vatan evladının Dini’ni öğrenmesini zaruri olduğu düşüncesindedir. Ülkede yüksek din bilginleri yetiştirecek kurumlar olmasını zaruri görmektedir16. Nitekim kendisi bu işle yakından ilgilenmiş; imam Hatip Okulları ve istanbul Üniversitesi ilahiyat Fakültesi’nin açılmasını sağlamıştır. Böylece devlet eliyle, resmi kültür ve eğitim-öğretim politikası doğrultusunda, din görevlisi ve din bilgini yetiştirilmesine gayret etmiştir.b- Atatürk’ün Hz. Muhammed Hakkındaki GörüşleriM. Kemal, islâm Peygamberi Hz. Muhammed hakkında oldukça hürmetkar ve sitayişkâr ifadeler kullanır. Onun insanlık tarihinin en seçkin ve dahi kişisi olduğunu söyler. Daveti ve tebliğ hizmeti mücadelesi hakkında geniş bilgiler verir. işte O’nun Hz. Peygamberle ilgili görüşlerinden bir kesit:17“Son peygamber olan Muhammed Mustafa (S.A.S.) 1394 yıl önce Rûmi Nisan ayı içinde Rebiulevvel ayının Onikinci Pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu. Gün doğmadan… Bugün o gündür. inşallah büyük tesadüftür. Gerçekten Arap tarihiyle bu akşam doğum gününün yıldönümüne rastlıyor. Hz. Muhammed, çocukluk ve gençlik günlerini geçirdi. Fakat henüz Peygamber olmadı. Yüzü nurlu, sözü ruhani, olgunluk ve görünüşte eşsiz, sözünde doğru, yumuşak huylu ve insanlıkta ötekilere üstün olan Muhammed Mustafa önce bu özel vasıflar ve seçkinliğiyle kabilesi içinde “Muhammedü’l-emin” oldu. Muhammed Mustafa, Peygamber olmadan önce kavminin sevgisine, saygısına, güvenine ulaştı. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet ve kırküçüncü yaşında risûlet geldi. Fahriâlem Efendimiz sonsuz tehlikeler içinde bitmez sıkıntı ve zorluklar karşısında yirmi yıl çalıştı ve islâm dinini yerleştirmek için peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra cennetin en yüksek tabakasına ulaştı. Kendisinin irşadına ulaşmış olan müslümanlar ve özellikle seçkin sahabe pekçok gözyaşı döktüler. Fakat insanlık gereği olan bu üzüntülü durumun faydasız olduğunu hemen anlayan anlayışlı kişiler. Peygamberin arkasından ağlamak değil, ümmetin işlerini bir an önce güzel yürütmeye ulaştıracak tedbiri almak inancıyla toplandılar. Resûl-i Ekrem’e halife olacak bir emir seçilmesi söz konusu edildi. Hz. Peygamberi dostu olan Hz. Ebubekir’den şahsen çok hoşlanırdı. Son nefeslerini yaşarken Ebubekir’in kendisine halef olmasının uygun olacağını değişik şekillerde işaret de buyurmuşlardı.”Atatürk bu söylevinde islâm Peygamberi’nin hayatını ve dini tebliğ çalışmalarını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Siyer kitaptan ve islâm tarihi kaynaklarının genel anlatımı çerçevesinde kalan bu açıklaması ile Hz. Peygamber’in hayatını ve ilk devir islâm tarihini teferruatıyla bildiğini göstermektedir. Ancak O’nun bilgilerinin de bir takım kaynaklan vardır.c- M. Kemal Atatürk’ün islâm Tarihiyle ilgili GörüşleriAtatürk’ün islâmiyet, islâm Peygamberi ve de islâm tarihi hakkında tatminkâr bir bilgiye sahiptir. Kumandanlık yaptığı cephelerde, yurt gezilerinde, Millî Mücadele faaliyetlerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapmış olduğu konuşmalarda bu düşünceye ulaşmaktayız. Mustafa Kemal’in Kur’an, Sünnet ve islâm hakkındaki bilgisini nereden elde etmiştir? Hangi Tefsir, Hadis ve islâm tarihi kitaplarını okumuştur? Hangi din bilginlerinin görüşlerinden ya da danışmanlığından istifade etmiştir? vb. sorulara şu anda şöyle cevap verebiliyoruz: Bilinen şudur ki; onun bu konudaki görüşleri kitabidir ve isabetlidir. Filibeli Ahmet Hilmi, Ahmet Cevdet Paşa, Namık Kemal gibi bir takım Doğulu ve “Federal Bir Dünya Devleti” adlı eserin sahibi ingiliz tarihçi Wells, Stanley, L. Caetani gibi Batılı yazarlara ait islâm tarihi kitaplarını okumuş olduğu açıktır. Gerek 1 Kasım 1922’de “Saltanat-i Milliyenin tahakkukuna dair Büyük Millet Meclisi’nde cereyan eden celsede” (Hilâfet ve Saltanatın birbirinden ayrılmasıyla ilgili gündem oturumunda) gerekse 3 Mart 1924’de Teşkilât-ı Esasiye Kanunu hakkındaki tartışmalar esnasında yaptığı konuşmalar onun genel insanlık tarihi, islâm ve Türk tarihlerini iyi bildiğini açıkça göstermektedir, işte bir örnek:Beyler! Yine bilinmektedir ki: Dünya yüzünde yüz milyonluk bir Arap kütlesi vardır ve bunların Asya’ya ait kısmı Cezîretü’l-arab’da yoğun olarak varlıklarını sürdürürler. Nübüvvet ve risalete mazhar olan Fahriâlem Efendimiz bu Arap kütlesi içinde, Mekke’de dünyaya gelmiş mübarek bir vücut idi.Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür, ilâhî âdetlerin görüşlerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki çağda incelenebilir, tik çağ insanlığın çocukluk ve gençlik çağı, ikinci çağ, insanlığın erginlik ve olgunluk çağıdır. insanlık birinci çağda tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle ilgilenilmeyi gerekli görür. Allah, kullarının gerekli olan olgunluk noktasına ulaşmasına kadar, içlerinden vasıtalarla, kullarıyla ilgilenmeyi ilâhî gereklilik saymıştır. Onlara Hz. Adem (A.S)’den itibaren kaydedilmiş, kaydedilmemiş sonsuz denecek kadar çok peygamber ve elçi göndermiştir. Fakat peygamberimiz aracılığıyla en son dini ve medeni hakikatları verdikten sonra artık insanlıkla aracı yoluyla temasta bulunmaya gerek görmemiştir. insanlığın anlama derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması her kulun doğrudan doğruya ilâhî ilhamlarla temas yeteneğine ulaştığım kabul buyurmuştur. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en mükemmel kitaptır18.Atatürk’ün Millî Mücadele yıllarında, daha çok islâm tarihi ile ilgili kitaplar okuduğu gözlenmiştir. O günlerde karargahında vazifeli olan H. Edip Adıvar da Millî Mücadele’yi anlatan Romanı’nda onun islâm tarihinin ilk dönemlerini anlatan kitaplar okuduğunu yazmaktadır19. Afetinan’ın yazdıkları da bu doğrultudadır20.Mustafa Kemal’in islâm tarihi alanında başvuru kaynaklarının başında Şehbanderzade Ahmet Hilmi’nin “Tarih-i islâm” isimli eseri gelmektedir. Eseri dikkatle okuyan ve yazarın kimi görüşlerini paylaşan Atatürk’ün üzerinde durduğu konular A. Hilmi’nin de eserinde önemini vurguladıklarıdır. islâm’ın akıl ve ilim dini olması, Hz. Muhammed’in eşsiz kişiliği ile islâm’a damgasını vurması, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in yaşantıları ve uygulamaları ile “raşid halifeler” olarak tanımlanmaya layık oldukları, hilâfet meselesi onların başlıcalarıdır.A. Hilmi’nin hürriyet, ilim, ortaçağ hayatından çağdaş yaşama geçme gibi temel problemlerle ilgili görüş ve düşünceleriyle Atatürk’ün düşünce ve uygulamaları arasında da genelde bir uyum bulunmaktadır.Ancak Atatürk’ün islâm Tarihi ve Hilâfet konularındaki görüşlerinin oluşmasında L. Caetani’nin 1905-1912 yılları arasında 5 cilt halinde yayımlanan “Annali deli islâm” isimli 5 ciltlik eserinin daha çok etkili olduğu söylenebilir. Hüseyin Cahit Yalçın’ın Malta’da tutukluyken Türkçe’ye çevirdiği ve 1924-1926 yıllarında 9 cilt halinde bastırılan bu eser, tıpkı A. Hilmi’nin eserleri gibi Atatürk’ün özel kütüphanesinde mevcuttur21. L. Caetani, bu eserinde Hz. Muhammed’in islâm dininin kalbi durumunda olmadığım, nübüvvetinin de kişisel gayretleri ve bazı sosyal-politik hadislerin mahsulü olduğunu iddia ettiği gibi islâm Peygamberi’ne ve risaleti’nede saldırılarda bulunmaktadır. Atatürk islâmiyet’i, Hz. Peygamberin Mekke’de ve Medine’deki hayatını, gazvelerini, hilâfet meselesini yazıp değerlendirirken L. Caetani’den çok istifade etmiş ve etkilenmiştir. Onun görüşlerinden bazılarını da kendine özgü anlatımla kullanmış ve yorumlamıştır. işte bir örnek:“Kur’an’dan öğrendiğimize göre, Muhammed hiç değişmeden yaşamış bir insan değildi; o da hayat ve hadislerin zaruri icapları karşısında âdeta hergün değişmiştir.”“Muhammed, ihtida Allah’ın resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır; bunu düşünmemiştir. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten sonra kendisinde hasıl olmuştur’122.