ben mi melankoliğim ve seçici algı ile hep böyle depresif başlıkları seçiyorum, yoksa sol framede mi bir sıkıntı var?
neyse;
tükenmiş sendromu çağımızın hastalığı.
şöyle anlatayım;
her sabah sevgilinin sesiyle, öpücüğüyle uyanmak varken, mekanik b.k gibi bir alarm ile uyanıyorsun. muhtemelen 06.00 ya da 06.30 gibi. ha bu bahsettiğim büyük şehirler için geçerli tabi. güzel, uzun, sağlıklı bir kahvaltı yapsan belki biraz mutlu olursun ama yolda kıytırık bir pastaneden ya da yol üstü simitçisinden bir poğaça alıp ayak üstü tıkıştırıyorsun. onu yapabilmek de bir lüks tabi. genellikle muhtemelen zift gibi bir kahve içiyorsun. sonra yürüyerek deniz kenarıdan işe gitmek varken, belki toplu taşım araçlarının içinde oturacak yer bulabilirsen şükrediyor ama muhtemelen terli terli ve kokulu duş almayan insanların arasına sıkışık sıkışık ayakta giderek iş yerine ulaşıyorsun. saat 09.00'da başlayan ya da kendi istediğin saatte gittiğin, istediğin saatte çıktığın bir iş hayatın olsa belki bu kadar nefret etmezsin işe gitmekten ama iş muhtemelen 08.00 gibi başlıyor ve 17.30 veya bazı yerlerde 18.00 (ki hatta işin bitince çıkmak zorunda olduğun yerler de var, mesela hastane gibi) çıkıyor o yorgunluğa yola düşüyorsun. trafik yine berbat. insanlar mutsuz. herkesin suratından yorgunluk ve tükenmişlik akıyor. kimsenin kimseye tahammülü yok. herkes bir an önce kendini eve atmanın derdinde. belki ay sonuna yetişecek faturalar, kredi kartı borçları ya da ne bileyim çocukların okul taksidi falan olmasa bu kadar endişe de etmeyeceksin gelir gider hesabından ama ne yazık ki dünya bunun üzerine dönüyor. günümüzde ortalamanın üstünde değilsen muhtemelen tatile gidemiyorsun ya da 5 gün gittiğin tatilin taksidini 1 sene boyunca ödüyorsun. ülkenin gündemi o kadar berbat ve her gün o kadar sık kötü haber alıyorsun ki istesen de mutlu olamıyorsun. bütün bunların sonucu tükenmişlik sendromuna neden oluyor. yataktan kalkmak istemediğin, işe gitmek istemediğin idareten / idameten yaşanılan hayatlar.