Saçma sapanlığın da, kendine göre bir mizahı, bir esprisi var.
Örneğin iletişimin, bugünkü kadar çabuklaşmadığı ve en hızlı haberleşmenin "yıldırım telgraf çekmek" olduğu dönemlerde; adamın biri, postaneye giderek telgraf memuruna çekmek istediği telgrafı uzatmış.
Kâğıtta şöyle yazıyormuş:
- Guk! Guk! Guk! Guk! Guk! Guk!
* * *
Telgraf memuru, kâğıttaki kelimeleri saydıktan sonra, karşısındaki adama:
- Aynı fiyata, demiş; bir kelime daha ekleyebilirsiniz telgrafınıza.
Adam, alnını hafifçe kaşıyarak:
- Bilmem ki, demiş; ne eklesem?
- Neden bir "Guk!" daha eklemiyorsunuz?
Adam:
- Yo hayır, demiş; o zaman ciddiyeti kaçar telgrafın.
* * *
Türkiye sanki, bilim-kurgu filmlerindeki bir eski zaman yaratığı gibi çıkıyor denizlerden su yüzüne.
* * *
Bir tarafta gizli çeteler, gerçekleştirilecek suikast listeleri, bir hükümet darbesine ortam hazırlama çalışmaları...
* * *
Bir tarafta, öldükten sonra cennetmekân olmaya layık bir yaşamı; tüm toplumda sağken zorunlu kılmak için, bombalarla ortalığa dehşet saçma hazırlıkları...
* * *
Kim ne olmak, kim nereye varmak istiyor da; birbirinden değişik kuytularda ifritleşmeye, yahut zebanileşmeye kalkıyor, anlamak kolay değil.
* * *
Gerçi yıllar önce de, kasabalardaki erkek erkeğe kahvelerinde şöyle laflar çalınırdı kulağıma:
- Sallandır 2 kişiyi, bak her şey nasıl düzelir.
- Her şeyden önce ahlakı düzeltmek gerek.
* * *
4 yaşındayken evin tahta sofalarında, kalınca bir sopadan bir at koştururdum. Atımın başında kınnaptan dizginleri de vardı.
Sopadan atımı gerçek bir atmış gibi, o kadar çok benimsemiştim ki; üstünde koşturup dururken her şeyi unuturdum.
* * *
Ve bir gün...
Ve bir gün evin alaturka helasının kuburu tıkanmıştı.
Annem de kuburu açmak için önce şöyle bir uğraşmış; sonra da benim sopadan atımı kaptığı gibi, dikine dikine vurarak açıp temizlemişti kuburu.
* * *
Canım atımın, bir kubur sopasına dönüşmesiyle bozuluveren tüm büyüsü.
* * *
Biz acaba vaktiyle nasıl bir yerde yaşadığımızın pek farkında değildik de; şimdi mi gerçek yüzü daha keskinliğine ortaya çıkıyordu -fotoğrafları yasaklanmış- eski zehirli bataklıkların?
* * *
ilkokul çocuklarına söyletilen şarkılar:
Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu'yu;
Dertlerden kurtulursun gezsen Anadolu'yu.
O şarkılar doğru muydu, yoksa bir propaganda mıydı?
* * *
Tarihi kahramanlık romanları yazan Abdullah Ziya Kozanoğlu, aynı zamanda bir inşaat müteahhidiydi. Bayrampaşa'daki Sağmalcılar Cezaevi'ni de o yapıyordu.
Bazen birlikte giderdik inşaatı görmeye.
Abdullah Ziya:
- idam yerini, gözlerden gizledim, derdi.
* * *
O tarihlerde hiç aklıma gelmezdi, Sağmalcılar Cezaevi'nden bendenizin de bir mahkum olarak geçeceğim.
* * *
Siyasal çatışmalarda pençe pençeye gelme ne zaman mayna olur bilinir mi ki?
Oysa ocak ayı Kanlıca'sı da, o kadar sakin, yumuşak ve şiirsel ki...
* * *
insanın aklı, başı kıçını tutmayan saçmasapan fıkralara takılıyor yine.
Adamın biri bir "Cafe"ye girmiş ve garsona:
- Bir kahve istiyorum ama kremasız olsun, demiş.
Garson:
- Çok afedersiniz, demiş; krema kalmamış, acaba kahveniz sütsüz olsa olmaz mı?
* * *
Saçma sapanlığın da mizahi bir tarafı yok değil.
Enseyi karartmayın.
Politikada hiçbir şey, ne sanıldığı kadar iyi, ne de sanıldığı kadar kötü olurmuş.