neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    115.
  1. Saçma sapanlığın da, kendine göre bir mizahı, bir esprisi var.
    Örneğin iletişimin, bugünkü kadar çabuklaşmadığı ve en hızlı haberleşmenin "yıldırım telgraf çekmek" olduğu dönemlerde; adamın biri, postaneye giderek telgraf memuruna çekmek istediği telgrafı uzatmış.
    Kâğıtta şöyle yazıyormuş:
    - Guk! Guk! Guk! Guk! Guk! Guk!
    * * *
    Telgraf memuru, kâğıttaki kelimeleri saydıktan sonra, karşısındaki adama:
    - Aynı fiyata, demiş; bir kelime daha ekleyebilirsiniz telgrafınıza.
    Adam, alnını hafifçe kaşıyarak:
    - Bilmem ki, demiş; ne eklesem?
    - Neden bir "Guk!" daha eklemiyorsunuz?
    Adam:
    - Yo hayır, demiş; o zaman ciddiyeti kaçar telgrafın.
    * * *
    Türkiye sanki, bilim-kurgu filmlerindeki bir eski zaman yaratığı gibi çıkıyor denizlerden su yüzüne.
    * * *
    Bir tarafta gizli çeteler, gerçekleştirilecek suikast listeleri, bir hükümet darbesine ortam hazırlama çalışmaları...
    * * *
    Bir tarafta, öldükten sonra cennetmekân olmaya layık bir yaşamı; tüm toplumda sağken zorunlu kılmak için, bombalarla ortalığa dehşet saçma hazırlıkları...
    * * *
    Kim ne olmak, kim nereye varmak istiyor da; birbirinden değişik kuytularda ifritleşmeye, yahut zebanileşmeye kalkıyor, anlamak kolay değil.
    * * *
    Gerçi yıllar önce de, kasabalardaki erkek erkeğe kahvelerinde şöyle laflar çalınırdı kulağıma:
    - Sallandır 2 kişiyi, bak her şey nasıl düzelir.
    - Her şeyden önce ahlakı düzeltmek gerek.
    * * *
    4 yaşındayken evin tahta sofalarında, kalınca bir sopadan bir at koştururdum. Atımın başında kınnaptan dizginleri de vardı.
    Sopadan atımı gerçek bir atmış gibi, o kadar çok benimsemiştim ki; üstünde koşturup dururken her şeyi unuturdum.
    * * *
    Ve bir gün...
    Ve bir gün evin alaturka helasının kuburu tıkanmıştı.
    Annem de kuburu açmak için önce şöyle bir uğraşmış; sonra da benim sopadan atımı kaptığı gibi, dikine dikine vurarak açıp temizlemişti kuburu.
    * * *
    Canım atımın, bir kubur sopasına dönüşmesiyle bozuluveren tüm büyüsü.
    * * *
    Biz acaba vaktiyle nasıl bir yerde yaşadığımızın pek farkında değildik de; şimdi mi gerçek yüzü daha keskinliğine ortaya çıkıyordu -fotoğrafları yasaklanmış- eski zehirli bataklıkların?
    * * *
    ilkokul çocuklarına söyletilen şarkılar:
    Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu'yu;
    Dertlerden kurtulursun gezsen Anadolu'yu.
    O şarkılar doğru muydu, yoksa bir propaganda mıydı?
    * * *
    Tarihi kahramanlık romanları yazan Abdullah Ziya Kozanoğlu, aynı zamanda bir inşaat müteahhidiydi. Bayrampaşa'daki Sağmalcılar Cezaevi'ni de o yapıyordu.
    Bazen birlikte giderdik inşaatı görmeye.
    Abdullah Ziya:
    - idam yerini, gözlerden gizledim, derdi.
    * * *
    O tarihlerde hiç aklıma gelmezdi, Sağmalcılar Cezaevi'nden bendenizin de bir mahkum olarak geçeceğim.
    * * *
    Siyasal çatışmalarda pençe pençeye gelme ne zaman mayna olur bilinir mi ki?
    Oysa ocak ayı Kanlıca'sı da, o kadar sakin, yumuşak ve şiirsel ki...
    * * *
    insanın aklı, başı kıçını tutmayan saçmasapan fıkralara takılıyor yine.
    Adamın biri bir "Cafe"ye girmiş ve garsona:
    - Bir kahve istiyorum ama kremasız olsun, demiş.
    Garson:
    - Çok afedersiniz, demiş; krema kalmamış, acaba kahveniz sütsüz olsa olmaz mı?
    * * *
    Saçma sapanlığın da mizahi bir tarafı yok değil.
    Enseyi karartmayın.
    Politikada hiçbir şey, ne sanıldığı kadar iyi, ne de sanıldığı kadar kötü olurmuş.

    çetin altan
    0 ...