Ay’ın ikiye yarılması mucizesi ile ilgili daha birçok rivayet vardır. Tamamını yazmaya gerek duymuyor ve tamamını incelemek isteyenleri ilgili ayet-i kerimenin tefsirine ve hadis kitaplarının ilgili bölümlerine havale ediyoruz.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Ayetin başında “Kıyamet yaklaştı” buyrulmuş. Hâlbuki 1.400 sene geçmesine rağmen kıyamet hala kopmamıştır. Bu da Ay’ın kıyamete yakın bir zamanda yarılacağına işaret eder.
Buna cevap olarak şöyle deriz: Kıyamet, insanın değil, kâinatın ölümüdür. Bu sebeple de meseleye kâinatın ömrü açısından bakmak gerekir. Mesela: insan yaklaşık 70-80 sene yaşarken bazı kelebek türleri sadece birkaç gün yaşamaktadır. Şimdi, böyle bir kelebeğe “insanın eceli yaklaştı.” dediğimizde, bu kelebek bu sözü kendi ömrüne kıyas ederek insanın 1-2 saati kaldığını anlar. Zira 1-2 günlük ömürde 1-2 saat ömrün sonudur. Hâlbuki biz, “insanın eceli yaklaştı.” dediğimizde, ömründen geriye 3-5 sene gibi bir zaman kaldığını kastetmiş oluruz. Ya da en azından 6 ayı vardır gibi bir manayı anlarız.
Ya da gelin bu kıyası insanlar arasında yapalım: Hz. Nuh 1.050 sene yaşamıştır. Bu, ayet-i kerimeyle sabittir. Şimdi şöyle desek: “Hz. Nuh’un ömrünün sonlarında…” Bu ifadeyle kaç seneyi kastetmiş oluruz? Eğer ömrü 1.050 seneyse, 50-60 yılı kastetmiş oluruz ki, bu bizim ömrümüzün tamamından ibarettir.
Dolayısıyla ayet-i kerimedeki “Kıyamet yaklaştı” ifadesini de kâinatın ömrüne kıyasla anlamak gerekir. Milyonlarca yıl önce yaratılmış âlem için 2.000-3.000 sene, bize göre kâinatın ömrünün son dakikaları değil, belki son saniyeleridir. Bu manayı kuvvetlendiren ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler de mevcuttur. Dilerseniz bunlardan bir kısmına bakalım:
Nahl suresi 1. ayet-i kerimede: “Allah'ın emri geldi. Artık onu acele istemeyin.” buyrulmuş. Yine Enbiya suresi 1. ayet-i kerimede: “insanların hesap görme zamanı yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çeviriyorlar.” buyrulmuştur. Bu ayet-i kerimelerde de kıyametin yaklaştığı beyan buyrulmaktadır.
Enes ibni Malik'ten rivayet edilen bir hadis-i şerifte: Allah Resulü (s.a.v.) bir gün ashabına güneşin batmaya yaklaştığı ve küçücük bir kısmının kaldığı sırada hitap etmiş ve şöyle buyurmuştur: Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, dünyanın geçen kısmına nispetle kalanı, ancak sizin şu gününüzden geçen kısmına nispetle kalanı gibidir… Biz güneşin ancak çok küçük bir kısmını görüyorduk.
ibni Ömer'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte: ikindiden sonra güneş Kuaykıyan Dağları üzerindeyken biz Hz. Peygamberin (s.a.v.) yanında oturuyorduk. Şöyle buyurdu: Geçenlerin ömürlerine göre sizin ömürleriniz, şu günün geçen kısmına nispetle kalanı gibidir.
Sehl ibn Sa'd'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Kıyamet şöyle iken ben peygamber olarak gönderildim. Bunu söylerken Allah’ın Resulü işaret ve orta parmaklarına işaret buyurmuştur.
Vehb es-Süvâî'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Kıyamet şuna nispetle şu gibi iken ben peygamber olarak gönderildim. Neredeyse biri diğerini geçecekti.
Naklettiğimiz bütün bu hadis-i şerifler kıyametin yaklaştığını haber vermektedir. Zira ifade ettiğimiz gibi, 2.000-3.000 sene, kâinatın ömrüne kıyasla saniyeler gibidir. Dolayısıyla “Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı.” ayet-i kerimesini de bu şekilde anlamalıyız.
Hz. Muhammed’in (asm) ay gibi parlak olan Şakk-ı Kamer yani ayın ikiye ayrılması mucizesini hakikatsiz vehimleriyle sönükleştirmek isteyen bazı filozoflar ve onları körü körüne takip eden taklitçileri, inkârlarına bahane olarak, “Eğer bu mucize gerçekleşmiş olsaydı dünyanın her yerinde görülür, aşikâr bir şekilde takip edilirdi ve insanlık tarihi de böyle şaşaalı bir hadiseyi mutlaka naklederdi” şeklinde ifadeler savurmaktadırlar.
Bediüzzzaman Said Nursî Hazretleri, Sözler namındaki muhteşem eserinin 31. Sözünde bu meseleyi reddedilmeyecek delillerle izah ve ispat etmektedir. Biz de oradan aldığımız ders ve dersin istifadesi nispetinde deriz:
Hz. Muhammed’in (asm) ve getirdiği dinin en büyük düşmanları olan o zamanın inkârcıları, Şakk-ı Kamer mucizesini inkâr etmedikleri gibi, böyle bir olayın gerçekleştiğini kabul etmeleri pek mühimdir. Peygamberin davasını hatta peygamberin vücudunu ortadan kaldırmak için işkence, boykot, her türlü zulüm ve ihanete müracaat etmekte tereddüt etmeyen bu azılı iman ve islamiyet düşmanları nihayet savaşlar yapacak kadar ileri gittikleri halde, bu mucizeyi inkâr edememişlerdir. Hâlbuki onlar bu hadise gerçekleşmiş olmasaydı, ellerine büyük bir koz geçirmişçesine Peygamberin davasının iptali için ciddi şekilde bunu kullanabilirlerdi. Madem ki inkar edemiyorlar ve şakk-ı kamer mucizesini yalanlayamıyorlar, öyleyse bu mucizenin vuku bulduğuna gözümüzle görmüş gibi inanmamız gerekir.
Peki, ayın ikiye ayrılması gibi büyük bir mucizeye şahit olan o zamanın inkârcıları, kendi takipçilerini kaybetmemek için nasıl bir yola başvurdular acaba? Hile ve yalan yoluna. Bu mucizenin sihir olduğunu iddia ederek, meseleyi basit ve adi bir şeymiş gibi gösterip, insanların gündeminden çıkarmaya çalışmışlar ve şöyle demişler: “Ebu Talib’in yetiminin sihri semaya da tesir etti.”
Bu mucize, yalanda ittifak etmeleri imkânsız olan, doğruluk ve adaletleri bütün âlemce tescil edilmiş buluna Sahabeler topluluğu tarafından haber verilmiştir. Onlar, Allah’ın dini uğrunda mallarını, vatanlarını, canlarını, cananlarını feda etmekte bir an tereddüt soluklanmamışken, din namına söylenen bir yalana inanmaları veya sessiz kalmaları asla mümkün değildir. Mademki insanlık semasının güneşi Hz. Muhammed’in (asm) yıldızları manasındaki seçkin bir topluluk olan Sahabelerin, yalanda ittifak etmesi mümkün değildir, öyleyse onların haber verdikleri bu mucizenin vukuuna dair şüpheye düşmek de akıl kârı değildir.
Mucize, peygamberlere Allah’ın elçisi olduğunun ispatı olarak verilir ve inkârcıları ikna etmek içindir. ”Mademki insan gücünün yetmeyeceği harikulâde bir hadise, bir insan eliyle gösteriliyor, öyleyse bu insan sıradan biri olamaz, onun elinin arkasında ayı, güneşi ve bütün kâinatı idare eden bir kudret vardır” manasında düşünmeye sevk etmek, akla kapı açmak içindir. Yoksa insanın iradesini elinden alıp inanmaya zorlamak için değildir. Gökyüzüne yıldızlarla “Lâ ilâhe illallah” yazmak veya ayı ikiye ayrılmış halde günlerce âleme ilân etmek, milyarlarca gezegeni, trilyonlarca yıldızları idare ve terbiye eden Allah’ın kudretinden uzak değildir; lâkin imtihan sırrına aykırıdır. Bu durumda Ebu Cehil gibi kömür ruhlu kimseler de iman etmek zorunda kalır, Hz. Ebu Bekir gibi elmas ruhlu kimselerle aynı dereceye gelirler ki bu imtihan sırrının zayi olması anlamına gelir.
Öyleyse sırf bazı kimseler istiyor diye imtihan hikmetine muhalefet edilemez. Şakk-ı kamer mucizesi belli ölçülerle ancak muhatap olanlara gösterilmesi gerekir, öyle de gösterilmiştir.
işte bu sır içindir ki, hem âni, hem gece, hem gaflet vaktinde, hem Ayın doğuş yerlerinin farklılığı, sis ve bulut gibi diğer engeller perde edilerek bütün âleme gösterilmemiştir.
Hem Hz. Muhammed’in (asm) peygamberlik davasını işitmeyen insanlara, peygamberliğine delil olan bu hadiseyi ilan etmek hikmete uygun değildir. Şâyet gösterilseydi Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliği, güneşin vücudunu kabul etmek gibi zorunlu bir hale gelecek ve herkes mecburen tasdik edecekti; bu da aklın iradesiyle olmayacağı için makbul manada bir iman olmazdı ve teklif sırrı bozulurdu. Eğer ay iki parça gökyüzünde asılı bir şekilde bekletilseydi, güneş tutulması, ay tutulması gibi semavi bir hadiseymiş gibi mucizevi özelliğini kaybedecekti; bu durumda da Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliğine delil olacak hususiyeti ortadan kalkacaktı. Dolayısıyla bu hikmetlere istinaden şakk-ı kamer mucizesi umum âlemlere gösterilmemiştir.
Ayrıca o vakit cehalet sisiyle örtülmüş ingiltere ve ispanya‘da Güneş yeni batıyordu, Amerika’da gündüz, Çin’de, Japonya’da sabah olduğu gibi, başka yerlerde başka engeller ve sebepler vardı. Mesela bazı memleketlerde ay henüz çıkmamış, bazılarında güneş batmamıştı, bir kısmında sabahın erken vakti, bir kısmında akşamın ilk vakitleriydi.
Sözün özü, Şakk-ı Kamer mucizesinin gerçekleşmesine engel hiçbir şey yoktur; şimdi bu mucizenin gerçekleştiğini ispat eden delilleri maddeler halinde dikkatlerinize sunmak istiyoruz.
1. Hayatlarının şahitliğiyle adaleti kendilerine rehber yapan Sahabelerin hep birlikte bu mucizenin gerçekleştiğine dair ittifak etmeleri,
2. Kur’an-ı Kerim’i tefsir etme noktasında ilmi potansiyel ve liyakata sahip bütün müfessirlerin “Ay ikiye yarıldı.” ayetini tefsir ederlerken bu mucizeden bahsedildiğini ilan etmeleri ve gerçekleştiğine dair hiçbir şüpheye mahal bırakmamaları,
3. Doğruluğunda zerre kadar tereddüt edilmeyecek hadis âlimlerinin kuvvetli senetler ve rivayetlere dayandırarak bu mucizenin gerçekleştiğini haber vermeleri,
4. Manevi mertebelerde yücelmek suretiyle manevi ilham ve keşiflere mazhar olan evliya ve sıddıkların Şakk-ı Kamer mucizesinin gerçekleştiğine şahitlik yapmaları,
5. Kelam ilminin büyük imamları ve deniz gibi ilme sahip âlimlerin bu mevzuda birbirlerini tasdik etmeleri,
6. Dalalet üzere birleşmeleri mümkün olmayan ümmet-i Muhammed’in bu mucizeyi gerçekleşmiş olarak kabul etmeleri gösterir ki Şakk-ı Kamer mucizesi güneşin varlığı gibi kesin bir mucizedir.