ne alaka bunu burdan nasıl çıkarttın diceksin belki ama, elindekine sahip çıkmama duygusu bu yaşlarda yetişmiş bir insan, ilerde eşiyle de ufak bir sorun yaşadığı zaman onu da kaldırıp bir köşeye atma eğilimine sahip olacak. ben demiyorum, bu işin uzmanları diyor bunu.
maddi durumumuz hep orta seviyelerdeydi, çok şükür hiç bir zaman kimseye muhtaç olmadık. fakat 4. sınıfı bitirdikten sonra babam elime 2 kilo şeffaf poşet tutuşturdu ve pazara gönderdi. sabah namazından sonra amasya veya çevresinde yaşayanlar bilir, peynir, katık gibi şeyleri serin oluyor diye sermeye başlarlar. yani sabah 5'te serilir, 10 gibi toplanılır. gelenler poşet getirmezler, satıcılar pahalı diye poşet vermezlerdi. poşet satardık. 10 kuruştan poşet satardık. 2 kilo şeffaf poşeti 5 liraya almıştım. tabi lira değildi o zamanlar. milyonlar falan vardı. ilk gün 4 milyon lira para kazanmıştım. ulan bir sevindim. elimde poşetlerin daha bir çoğu duruyor. ama verdiğim parayı hemen hemen çıkartmıştım falan. her neyse, bir yaz boyunca para biriktirdim. yazın tetris, 5 mt otomatik balık oltası, cüzdan falan keyfim ne isterse almıştım ve okulda da ilk 2-3 ay kendi harçlığımı kullanmıştım.
5. sınıf bitti. masa başı işe terfi ettik. ilçede Hakan usta vardı. Çamaşır makinası tamircisi. haftalık 20 milyona onun yanında çalışmaya başlamıştım. 2,5 ay çalıştım 200 milyon civarında para kazanmıştım. o yaştaki birisi için çok para mı bilmiyorum ama benim için çok paraydı. ve o kazandığım para o kadar değerliydi ki. onunla gidip 1 tane sakız almak bile muhteşem bir keyif veriyordu bana.
6. sınıf bitti. artık çamaşır makinası tamiri konusunda profesyonel olmaya başladığım için Arçelik'in yetkili servisinde çalışmaya başlamıştık. ekip kalabalıktı. sekreter abla, usta, kalfa ve ben. baya kalabalıkmışız. o zamanlar sekreter ablaya karşı boş değildim. bir gün bizim internet kafeci ersan abiyle birlikte gördüm diye silmiştim. çızık atmıştım üstüne. o günden sonra sorduğu hiç bir soruya cevap vermeyerek trip yapmıştım. acımı yüreğime gömmüştüm adeta. neyse konumuz bu değil, haftalık 40 liraya transfer olmuştum yetkili servise. artık kendimi geliştiriyordum. ustayla da aramız iyiydi. bi gün yanlışlıkla tornavidayı başka yere soktum diye makinanın beyni yanmıştı, usta kendi cebinden ödemişti benden kesmemişti. çok garip olmuştum o an. herkes çay isteyince "hay çayınıza" derdim, ama o usta istediğinde koşarak getirirdim. o aralar yanımdaki kalfayla falan çok iyi anlaşırdık. usta yoktu bi gün, bi makina geldi. size haber veririz dedik. kalfayla makinaya giriştik. kazanı tutan yaylardan sağdaki kopmuştu. bir kaç gün önce de solu kopmuş bir makina gelmişti. aldığımız çiftin birisini ona taktık. adamları aradık geldiler, 80 lira dedik. tamam dediler, gelip makinayı alıp gittiler. usta geldi. 80 lirayı uzattık, durumu anlattık. sen yokken bunları yaptık falan dedik. adam baya şaşırdı. alıp kasaya atsın diye beklerken 50'sini kalfaya 30'unu bana uzattı. kalfa büyüktü benden, bi de çoğu işi o yapmıştı. gerçi gazı ben vermiştim ama neyse helal olsun. orda da baya çalıştıktan sonra, 7.sınıf bitti. sonra dersane falan derken saçma sapan bi hayat başladı işte.
burdan anlatmak istediğim mevzu şu,
konuyu biraz dağıttım ama kendi kazandığın para ile, babanın cebine koyduğu para arasında dağlar kadar fark var. o yazları sinir olurdum lan, herkes bisikletlerle gezerdi ben mesai bitsin diye beklerdim falan. gerçi ustalar her zaman izin verirdi saat 2 gibi git hadi diye. ama insan yine de sinirleniyor. şu yaşa geldiğin zaman bazı şeyleri anlıyorsun. babasının aldığı laptobu bişeye kızdı diye paramparça eden çocuklar türediğinde, telefonda oyun geçemiyorum diye telefonu fırlatan bebeler olduğunda anlıyorsun ki insanlara bir şeylerin değerini öğretmek gerekiyor. kır çocuğum ben sana yenisini alırım diyen otoritesiz babalar, çocuğum değil mi yapar diyen zamane anneleri olduğu sürece, erkek olsun kız olsun hiç bir maddeye, kavrama zerre kadar değer vermeyen insanlar yetiştiğini göreceğiz. görüyoruz da.