osmanlı döneminde sanatının en üst noktasında olan bir nalıncı; kazandığı bütün parayı alkole ve kadınlara yatırdığı bir yaşamın içinde, çevresi tarafında hor görülürken bir gün eşi kendisine;
"ölsen cenazeni kimse kaldırmayacak beyim yapma" der. buna cevap olarak nalıncı;
"elbet bir padişah kaldırır cenazemizi" cevabını verir.
gün gelir nalıncı ölür, cesedi yolun ortasında iken tüm müslümanlar etrafına toplanmış yine hor gören gözlerle ölüye bakmaktadırlar. tebdil i kıyafet gezen padişah yerde yatan ölüyü görür vezire dönüp;
"benim halkım cenazeyi yerde bırakacak hale mi gelmiştir" der. vezir araştırır ve padişaha;
"nalıncının kazandığı tüm parasını şaraba yatırdığını ve evine sürekli kadın götürdüğünü, bu yüzden çevresince sevilip sayılmayan bir insan olduğunu ve cenazesini kaldırmaya bu yüzden kimsenin yanaşmadığını" bildirir.
padişah ölüyü kaldırtır, yıkatır, ölü evine gider. kapıyı açan eşi gözü yaşlı padişahın ayaklarına kapanır;
"padişahım" der... "benim kocam sanatında ustaydı, kazandığı paranın hepsiyle civarda içki satan yerlerdeki şarapları alır dökerdi. yolundan şaşmış kadınları bana getirirdi onlara kur'an öğretir ilmi anlatırdım. kimseye söylememe izin vermedi. cenazeni kaldırmayacaklar dedim yine de dinlemedi..."
padişah sözünü keser;
"bir padişah kaldırdı cenazesini" *
sözün özü; kimin müslüman olup kimin müslüman olmadığını... kimin müslümana yakışır şekilde yaşayıp kimin yaşamadığını... şu aciz gözlerimize, kulaklarımıza güvenerek ayırt etme haddini kendimizde bulmamamız gerekir. umarım anlayana tanım olmuştur.