neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    97.
  1. Hiç değilse geç kalkılmış bir cumartesi sabahı, demli bir çay içerken azıcık gülümseyebilmek, bir gazete yazısına gözler takılınca...
    Nerdee?
    * * *
    Bayram ziyaretlerinde ikram edilen bir badem şekeri benzeri; küçük bir gülücük ikram etme özenin bile, kelepçeleniveriyor bizim pancar motorunun başına geçtiğinde.
    * * *
    Mutlaka bir "belanın ve acının" silindiri; hayatı zaten "hayhuy" içinde geçmekte olan insancıklara, bir cumartesi sabahı gülücüğünü dahi çok görüp, manşetlere oturuyor.
    * * *
    Ne yapalım, biz yine rotamızdan şaşmayalım ve akıl satma işportacılığına abanarak:
    - 1908'den bu yana, cezalandırılmış "siyasal suçlar"ın dökümünü de; şöyle bir şeffaflaştırmayı bir deneseniz...
    Falan demeden, sürdürelim kendi ağız mızıkamızı çalmayı.
    H H H
    Çalışma odasının penceresinden dışarıya baktığımda, damların üstü bembeyaz, park etmiş arabaların üstü de öyle. Bacalardan yer yer beyaz dumanlar savruluyor.
    Ne Adalar'ın göründüğü var, ne Marmara'nın.
    * * *
    Kar yağışlarının, cilveli bir flörtle başladığı perşembe günü, öğleden sonra; Fenerbahçe Parkı'na gittik Solmaz'la.
    Ortalıkta kimsecikler yok gibiydi. Yüzlerce yıllık sakız ağaçları, soyunmuş anıtsal dallarının karmaşık danslarını fotoğraflaştırmışlardı ve post-modern heykellere benziyorlardı.
    * * *
    Solmaz, çamların incecik yeşil dalları üstünde, aynı incelikle uzayıp gitmiş beyaz karların şiirselliğine vurgun; çocukluğundaki kış bahçelerinde, çam dallarında biriken ince yatay karların, zaman zaman pat pat diye nasıl yere düştüğünü anlatıyordu.
    * * *
    Kapalı bir gökyüzü ve arada sırada uzaklara doğru hücuma geçen martı ve karabatak sürüleri...
    Hele o karabatakların, bir uçurtma kuyruğu gibi havada çizdikleri muhteşem koreografi.
    * * *
    Akşama doğru eve geldiğimizde Diyarbakır'da patlayan bombanın alevleri kaplamıştı ekranları...
    Yıllarca önce bir kıraathanedeki 2 emeklinin diyaloğu canlanıyordu kulaklarımda.
    * * *
    Emeklilerden biri, karıştırdığı gazetelerdeki havadis başlıklarını okuyor; öteki de, laf olsun diye sürekli soruyordu:
    - Başka ne var?
    * * *
    Tıpkı şöyle:
    - Diyarbakır'da bombalı tuzak...
    - Başka ne var?
    - Bala'da 958 ev ağır hasarlı...
    - Başka ne var?
    - Petrolün varili 100 dolara çıkmış...
    - Başka ne var?
    - Avusturya'da Türk başkonsolosluğuna saldırı...
    - Başka ne var?
    - 20 milyon kişide hipertansiyon...
    - Başka ne var?
    * * *
    Gazeteleri karıştıran emekli, sonunda başını arkadaşına doğru kaldırmış:
    - Bak, demişti; köyünden kasaba pazarına gelen bir çiftçi, öğle üstü kasabanın lokantasına gitmiş ve garsona sormuş:
    "- Ne vaa?
    Garson:
    "- Keşkeş yağlı güzel çorba vaa, demiş.
    "- Başka ne vaa?
    "- Keşkeş yağlı güzel patlıcan kebap vaa..
    "- Başka ne vaa?
    "- Keşkeş yağlı güzel pilav vaa...
    "- Başka ne vaa?
    "- Keşkeş yağlı güzel bamya vaa...
    "- Başka ne vaa?
    Sonunda garson kızmış:
    "- Ananın, demiş; şalgamlı şalvarı vaa...
    * * *
    Bu arada, ana ve avrat üstüne süngüleşen küfürlerle, yalnızlık türküleri de; mesleksiz yığınların hazin bir profili.
    * * *
    Kadınların, sürekli bir sövgü salçası olduğu köylü ağırlıklı bir toplumda; bitip tükenmeyen hamasi övünmelerle içine girilen bir çalkantı dönemi...
    * * *
    Acaba "pusu" yerine, bir düello geleneği olsaydı bizde de; ola ki ne kadınlar salça olurdu küfürlere, ne de küfürler cinayetlere.
    * * *
    Bir cumartesi yazısında işte yine "acı"nın, "tatlı"ya omuz atması...
    * * *
    Fenerbahçe Parkı'nın, karlara tutsak düşmüş ıssızlığında bir delikanlı, banktaki sevgilisine arkadan sarılmış, öpüşüyorlardı.
    Hiç üşümüyorlardı, ne güzel.

    çetin altan
    0 ...