Cihangir'deki bir kış gecesinde sokaktan bir ses yükseldi: - Bozaaa...
* * *
Henüz "yılbaşılar"ını, kent meydanlarında kutlamanın da başlamamış olduğu yıllarda; kış gecelerinin sokaklardan yükselen geleneksel bir sesi gibiydi:
- Bozaaa...
* * *
Cihangir'deki kış gecesinde sesini duyduğum bozacı, kimbilir nereliydi?
Kimbilir nasıl bir yaşam serüveninden geçerek gelmişti istanbul'a ve geceleri de sokaklarda boza satıcısı olmuştu?
Ve kimbilir ayda kaç parayla geçinmeye çalışıyordu?
* * *
Bir de Köyceğiz'in, sıcak yaz günlerinde "yayla"sı olarak değerlendirilen; 1.300 m yüksekliğinde, kayaların arasından şakır şakır suların aktığı, çam ormanları içinde bir "Ağla" köyü vardı.
* * *
"Ağla" köyünde de, Mathias adlı bir Alman öğretmenin; "Siyah Şapkalı Kadın" adıyla ünlü eşi Kıymet hanımla birlikte işlettiği, turistlerin de uğrağı olan lüks bir lokantası vardı.
* * *
Cihangir gecelerindeki bozacı ve Alman öğretmen Mathias; gelip geçen aynı "yılbaşılar"ın çocuklarıydı.
* * *
Birincisi, birbirine yan gözle bakan aynalar gibi; "dinsellik, cinsellik, sefilsel'lik, bilimsellik" depremlerinin ırgaladığı öfkeli bir istanbul'da; 2008 yılbaşını, kent meydanlarında kutlamanın sakıncalı görüldüğü bir dönemi yaşıyor ve 1 yıl sonra dahi ne durumda olacağını bilemiyordu.
* * *
ikincisi ise, 2 Dünya savaşında en büyük yenilgilere uğramış, başkenti Berlin bile, örülen duvarlarla bir süre 2'ye ayrılmış bir ülkenin çocuğuydu.
* * *
Ama Mathias'ın ne geleceğinden kaygısı vardı; ne de ülkesinde, ateş topuna dönmüş öfke kutuplaşmaları yüzünden kent meydanlarında yılbaşı şenliklerinin sakıncalı görüleceğinden.
* * *
Sadece bendenizin ömrü içinde 3 kez bayrağı değişmişti Almanya'nın.
Almanya'yı, geçtiği bütün akıl almaz belalara rağmen Almanya yapan gizli zemberek neydi?
1901'den bu yana çeşitli dallarda aldığı Nobel ödüllerinin 49'u bulmuş olması mıydı?
* * *
Sanatın ve bilimin doruklarındaki evrensel değerler; yerel siyasetçilerin, topuzu kaçan kantarlarına bambaşka bir ağırlık koyuyor ve çağlara öncülük yapan projektörlerini sönükleştirmiyorlardı.
* * *
Dünkü Vatan gazetesinin majiskül harfli manşeti şöyleydi:
"YARGITAY iSYANDA
Sanıkları kurtaran 'zaman aşımı' kararına eski daire başkanı Güngör'den tepki: 5 yıl önce Yargıtay'a yılda 100 bin dava dosyası gelirdi, şimdi 400 bini buldu"
* * *
Siyasal analizlerde üstünde durulması bile, Adalet Bakanlığı'nın bütçeden aldığı pay, daha yeni yüzde 1'e çıkarılmıştı ve 4000 savcıyla yargıç eksiği vardı.
* * *
Dünkü Radikal gazetesinin 1'inci sayfasında da, zebani tırnaklı bir başka haber başlığı şöyleydi:
"13 milyon yoksul var
539 bin kişi aç,
13 milyon kişi yoksul,
ücretliler fakirleşiyor..."
* * *
Yılın bitimine 4 gün kala, saçma sapan koşullanmalar ve öfke kutuplaşmalarıyla enseyi karartmak istemeyenler; biraz eğlenmek için Yunanistan'daki 2700 yıl önce yapılmış olan Delfi Tapınağı'nın, tarihsel grafiğine şöyle bir göz atsınlar.
* * *
Çok tanrılı dönemlerde gökler tanrısı Zeus'un oğlu olan ve hem çobanların, hem de güzelliklerle sanatçıların tanrısı sayılan Apollon'un, tapınağı olarak yapılmıştı Delfi Tapınağı.
* * *
Delfi Tapınağı'nın içinde bir de ortası delik bir "göbek taşı" vardı.
"Göbek taşı"nın ortasındaki delik, Dünya'nın merkezi sayılıyordu.
* * *
O tapınak, binbir saldırıyla, kimlerin egemenliği altına girmedi ki?..
Sonunda da eski ihtişamını yitirip, sönükleşti külüştürleşti.
* * *
140 yıl önce arkeologlar, Delfi Tapınağı'nın kalıntılarını gün yüzüne çıkarmaya başladıklarında; bir de neyi saptadılar biliyor musunuz?
Tapınağın külliyesi içinde muhteşem bir tiyatro bulunduğunu.
* * *
369 gün sonra 2009 yılının nasıl kutlanacağı dahi öngörülemezken; "onlar - biz" ayrımının ne zaman aşılacağı, ne zamana kadar da aşılamayacağı elbet kestirilemez.
Ne var ki Delfi Tapınağı'nın tarihsel grafiğine bir göz atıldığında, Washington'daki Beyaz Saray'ın da, 2700 yıl sonraki durumu gülümseyerek geçirilebilir hayallerden.
* * *
Yunus Emre ne demiş:
O da yalan bu da yalan
Var biraz da sen oyalan
Değer mi enseyi karartmaya?
* * *
Keşke Cihangir'deki sokak bozacısının büyükannesiyle büyükbabası da; Hazine'den geçinmeli "mevki sahipleri" kadar "adam yerine" konabilseler ve kolkola gidebilmiş olsalardı bir tiyatroya...
O zaman ne torunları sokak bozacısı bir göçmen olurdu, ne de Taksim Meydanı'nda yeni yılı kutlamak sakıncalı...