Henüz belli olmuyor ama, günler 35 saniye uzadı. Gitgide daha da hızlı uzamaya başlayacak.
Siyasal analizlerin kapsamadığı konulardandır günlerin uzaması da, kısalması da.
Tıpkı Hazine'den geçinmeli kesimin, "milli çıkarlar" gerekçesiyle -silah alımları örneği- yaptığı harcamaların; toplam volüm olarak kaç milyar dolar tuttuğunun pas geçilmesi gibi...
* * *
Hangi girişimlerin, "astarının yüzünden pahalıya mal olduğu"nu, şimdiye dek kimsecikler öğrenemedi.
Tek öğrenebildiği şey, elektrikle doğal gaza yapılacak zam.
* * *
1 yıl içinde yine kimbilir kaç milyon insan toprak oldu, kimbilir kaç milyon bebek doğdu ve kimbilir kaç milyon insan çektiği kahırların çilelerine dolandı?
* * *
Siyasal analizlerin kapsamadığı, "sokaktaki vatandaş"lara ait albümlerdir onlar.
Yani efendim eski deyimle "teb'a'nın, kul yığınları'nın, itaatkâr olması gereken kitlelerin"...
* * *
Yılların son günlerinde bir gevşeklik kaplar özellikle bürokratik hayatı.
Hali vakti yerinde olan hanımlar ise, "yılbaşı" gecesinde yapacakları kutlamanın zevkli telaşıyla, alışveriş peşindedirler.
* * *
Her ne kadar "biz ve onlar" ayrımının dışına çıkılamadıysa da; Noel'in sembolü olan süslü püslü ışıklı çam ağaçları, büyük kentlerin mağazalarında yaygınlaşmada.
Kahvelerin "Cafe", bakkal dükkânlarının "market" olması gibi.
* * *
Avrupa'nın en büyük 10-15 metrelik Noel çamı ise, Porto'da, belediye binasının önüne dikildi.
Dikilecek ağacın çalışmaları 3 ay öncesinden, birbirine geçmeli, binbir demirden boruyla kurulup, örümcek ağı gibi yükseltilen iskelelerle başlamıştı.
* * *
Köylü ağırlıklı toplumlarda burjuvalaşma süreçleri, dış esintilerin tohumlarıyla tomurcuklanır.
Bunun en belirgin göstergesi de; sıklaşan çiçekçi dükkânlarıyla, mağazalarda satılmaya başlayan çeşitli kedi-köpek mamalarıdır...
* * *
Bendenizin çocukluğunda, ne çiçekçi dükkânı vardı Göztepe'de, ne de kedi-köpek mamasının satıldığı.
* * *
Genellikle dini bayramların arifesinde, bendenize de, yeni giysilerle ayakkabılar alınırdı.
Ama her zaman yeni alınan ceketlerin koları, ellerimi kapatacak kadar uzun olurdu.
Annem:
- Nasıl olsa büyüyecek, diye; 1-2 boy büyük alırdı giysilerimi.
* * *
Havalimanları büyüklüğünde; alt katları da, üst katları da sıra sıra çeşitli mağazalarla, kafeteryalarla dolu süpermarketlere; yeni yürümeye başlamış bebekleriyle gelen anneler de var.
* * *
Oradan oraya koşmaya çalışan bebekler, minicik parmaklarıyla hoşlandıkları şeyleri gösteriyorlar; çoğu oyuncak.
Bir tanesi de, oyuncak bir çocuk otomobiline doğru gitmeye çalışıyor:
- Ih, ıh, ıh diyerek...
* * *
Geçen hafta Dalaman'da, uçağa binilecek körüğün içinde yürürken; annesinin kucağında, yüzü arkaya dönük, henüz 1 dişi çıkmış bir bebek, gözlerini kırpmadan bize bakıyordu.
Solmaz, başını sağa sola eğerek kendisine "cöö" yaptıkça, gülücükler de yapıyordu.
* * *
Bebeklerin siyasal analizlerden; nutukçu övünmeleriyle, ağız dalaşlarından ve "ölmelerden, öldürmelerden" habersiz olan o bakışları...
* * *
Acaba Milano'da doğsalar kaderleri ne olurdu, Iğdır'ın bir köyünde doğsalar ne olurdu, Tanzanya'da doğsalar ne olurdu?
* * *
"Yer" küresinin şurasında, yahut burasında doğmak, neden bu kadar fark yaratıyor ki insan yaşamlarında?
"Yönetim saltanatı"na düşkün siyasetçilerin, hiç mi rolü yok bunda?
* * *
30 yıl kadar önce bizim "Islıkçı" piyesinde başrolü oynayan Savaş Dinçel, eve telefon etmiş:
- Nasılsın ağabey, ne yapıyorsun, diye sormuştu.
Ben de:
- Deniz dibi itfaiyeciliği yapıyorum, demiştim.
* * *
Kalamış'ın serinleşerek üşütmeye başlayan akşamlarında sokaklarda piyango bileti satma çabasındaki, Kars'tan göç etmiş bir orta yaş adamı:
- Amca sen de alsana bir tane, diyordu.
* * *
Kendisiyle ayak üstü ahbaplığı uzattım. Vaktiyle Kars'ta hayvancılıkla geçinmeye çalışıyormuş, yürümemiş.
Bir arkadaşıyla Kürtçe konuştuğu için de kendisine kızanlar oluyormuş.
Kars'ta tiyatro olup olmadığını sorduğumda; "tiyatro"nun ne demek olduğunu pek bilmediğini, hiç gitmemiş olduğunu söyledi.
* * *
Hoş, Köyceğiz'deki birçok dost da; Köyceğiz Gölü'nün öteki yakasından görünen "Ölemez Dağı"nda; 2300 yıl öncesinin 5 bin kişilik bir "tiyatro anfisi" kalıntıları bulunduğunu bilmiyordu.
* * *
Savaş Dinçel'in vaktiyle yaptığı, "denizaltı itfaiyecisi" karikatürü ise; bitmiş yılları da, bitmekte olan yılı da, bitecek olan yılları da "bilim, sanat ve yazı adamları" açısından, büyük oranda özetliyor gibiydi.
* * *
Kalkınmasına kalkınıyorduk ama, bilmiyorum ne kadar gelişiyorduk?