neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    91.
  1. 2 haftalık Köyceğiz günleri yine gerilerde kaldı. Gerilerde kaldı, gerilerde kaldı da; "gerilerde kaldı", nerede kaldı demek?
    Sanırım, NASA'nın şubat ayında Mars gezegenine çarpacağını tahmin ettiği "meteor-göktaşı"nın geçtiği boşlukta kaldı demek.
    * * *
    Dalaman Havalimanı'nın kontrol kapılarından geçerken; kamu görevlilerini titizlikten, aşırı bir gayretkeşliğe doğru zorlamamak için; paltoyu, ceketi, kasketi çıkarıp, bir tomar gazeteyi de koltuğumuzun altına alarak, elimizden düşürmeden zaptetmeye çalışıyor; öteki elimizde tuttuğumuz bilgisayar da, röntgen ışınlarıyla denetim yapan kapalı mekanizmanın yürüyen bandı üstüne koyma sırasını bekliyoruz.
    * * *
    O sırada kimsenin, ne Kâbe'de toplanmış 4 milyon Müslüman'ın toplam kaç yüz bin dolar harcamış olduğuyla ilgilendiği var, ne de istanbul Şehir Tiyatroları'nın oyuncu alma ihalesiyle.
    * * *
    Uçak pistte hızlanmaya başlıyor, hızlanıyor, hızlanıyor ve birden göklere doğru dikiliveriyor.
    Nedense aklıma 1271 yılında daha 16 yaşındayken, tüm Asya'yı geçerek Uzakdoğu'ya giden Venedikli gezgin ve maceracı Marco Polo geliyor; sonra da henüz daha matbaa icat edilmeden yazmış olduğu, "Dünya'nın Muhteşem Güzellikleri" kitabı.
    * * *
    Marco Polo'nun 800 yıl önce yazdığı kitap, 1985'te Türkçe'ye de "Marco Polo'nun Geziler Kitabı" adıyla çevrildi.
    1000 tane satmış mıdır, bilmiyorum.
    - Keşke, diyorum; Marco Polo da şu sırada yanımızda olsaydı.
    * * *
    Uçakta gazeteleri okumaya yumulunca da, Doğan Hızlan'ın yüreğine doğru uzanmış zehirli makas dikiliyor karşıma.
    Doğduğu günün yıldönümünde, aynı gün ömür takviminin son yaprağı da koptuğu için yitiverdiği anneciği...
    * * *
    O zehirli makasa karşı ne söylenebilir ki?
    Alfred de Vigny de, yazdığı "Chatterton" piyesiyle Paris'in alkıştan yıkıldığı bir dönemde; hem annesini kaybetmiş, hem de çılgıncasına aşık olduğu ünlü sahne sanatçısı Marie Dorval'ı, başka bir erkeğin kollarına bırakmak durumunda kalmıştı.
    * * *
    O acılarla yazdığı "Kurdun Ölümü" şiirinde şöyle diyordu:
    "Sessizliktedir tek yücelik, gerisi tüm cılızlık"
    Acıları sessizce gömmek yüreğine; o zehirli makasa karşı.
    * * *
    Hayatın akışı içinde o zehirli makasla acıları ve siyasetçi görüntüleri.
    Bir yanda, salt "itaatkâr bir militan" yetiştirmeye göre düzenlenmiş bir eğitim düzeni; bir yanda 1933-34'lerin Akşam gazetesinde tefrika da edilmiş olan, Esat Mahmut Karakurt'un romanı "Dağları Bekleyen Kız".
    * * *
    Esat Mahmut'un kitabındaki kız, neyi bekliyordu ki dağlarda?
    Ve sözde bir diploma almış gençler, nasıl sağlayacaklardı geçimlerini hayatlarında?
    * * *
    Göztepe'ye geldiğimizde, çatının altındaki odanın tavanında beyaz sıvaların bir bölümü, yağmurlarla rutubetlenmiş ve hem kitapların, hem masanın, hem parkenin üstüne dökülmüştü.
    Alt kattaki servis tuvaletinin de, lambası sağlam olduğu halde yanmıyordu; elektrik tellerinde bir sakatlık olmuştu.
    * * *
    Kızım Zeynep Bakan ise, onca uğraşı arasında; pilavla kuzu tandır ve çorba pişirerek, enfes bir yassıkadayıfı ile birlikte bırakmıştı mutfağa...
    * * *
    Hayatını kazanma konusunda, mesleki hiçbir pencere açmayan eğitim düzeni çemberinde; "kimya dersleri" de vardı.
    Ve kimya derslerinde damıtılmış suyun tanımı, "renksiz, tatsız, kokusuz" olarak yapılıyordu.
    Ne var ki böyle bir tanımlamayı ezberlemenin, hiçbir yararı dokunmuyordu lağım sularının karıştığı, içme sularını arıtmaya.
    * * *
    Sağken gerçekleştirilemese de; öldükten sonra -ilk otomobili üretip piyasaya süren Henry Ford düzeyinde- yaşama umudu vardı.
    Ancak o umut da; bazı yatırımlarla daha çok sigortalanıyordu; Hacca gitmek gibi...
    * * *
    Bayram tatilinde 6 bin kişi de, her tarafın karlarla örtülmüş olduğu Prag'a gitmişti. Daha kimbilir kimler de, kimbilir nerelere gitmişti?
    * * *
    Derya Sazak ise dünkü yazısının sonunda, Avrupa insan Hakları Mahkemesi'nin Türkiye'yi mahkûm ettiği yüz milyonlarca liralık tazminatı, kimleri ödediğini soruyordu.
    * * *
    Köyceğiz'de de kimsecikler böyle bir sorunun yanıtını bilmiyordu; tıpkı 4 bin savcı ve yargıç eksiğimizin bulunduğunu da bilmedikleri gibi.
    * * *
    Vaktiyle ters bir rayda gidilmekte olduğunu söylemeye kalkanların iflahı kesilmiş olsa da; kör bir hatta gidildiği ortaya çıktığında, yön değiştirme olanağı ne kadar vardır acaba?
    * * *
    Bendeniz de bu sorunun yanıtını bilmiyorum.
    Bildiğim, Marco Polo'nun hayatını gerçekten merak edenlerin; hiçbir zaman ensesinin kararmayacağı...

    çetin altan
    0 ...