durakta yanıma bir çift oturdu. benim de mutlu bir günüm olduğu için gülümsedim ve muhabbet etmek istedim. kız türkçe ve ingilizce bilmiyor, erkek ingilizce biliyordu. bu çift suriye'de savaştan kaçıp kıbrıs'a gelmiş. oğlan eczacılık okuyor kızsa sadece evde oturuyordu bütün gün. birbirlerini bulmuşlar buldukları gibi de evlenmişler. hayat hikayesini anlatmasını istedim o kadar güler yüzlülerdi ki hemen başladılar anlatmaya. ikisinin ailesi de dağılmış, kimse birbirinin yanında değil. oğlan biraz hüzünlü biraz da huzurlu bir şekilde anlatmaya devam ederken benim salaklığıma geldi arkadaşlarınla görüşebiliyor musun diye bir soru sordum. aileyi kaybetmişken arkadaş sorulur mu? oğlan bir duraksadı, şaşırdı ama sonra hiç sormamışım gibi anlatmaya devam etti, çok utandım. hayatta bu kadar çok şey kaybetmelerine , gidecek bir memleketi, oturup ailece yemek yiyemeyecek bir sofraları olmalarına rağmen ikisi birbirine o kadar güzel yetmişti ki. oğlan ilk önce hayat hikayesini, sonra da ister istemez savaşı, neler olduğunu ve hepsinin gerçek oldugunu anlatırken ben gözyaşlarımı tutamadım, içten içe ben ne yapardım diye düşünmekten kendimi alamadım. oğlan daha fazla konuşmadı, sadece gülümsedi ve "ağlama, şükret" dedi. sonra karısı gözyaslarımı sildi. bu sefer eşine gülümsedi ve eşini öptü. kız hemen utanıverdi yere baktı. otobüsleri gelince hemen ikisi de zıpladı ayağa kalktı. öyle olunca bende ayağa kalktım, kıza sarıldım ben sarılınca o da sarıldı sonra hemen kendini çekti gülümsedi. o kadar saftı ki, tüm benliğiyle hiç konuşmamama rağmen bunu anladım. bazen durup o gün üzerine düşünüp çıkarımlar yaparım ve o gün bu çıkarımlar bana farklı bir bakış açısı kazandırdı.