Bir zamanlar Ankara'da Karpiç lokantasının amerikanbarını hiçbir akşam öksüz bırakmayan yazar - çizer grubunda Akagündüz'le, 60'ına merdiven dayamış olan Nurettin Artam da vardı.
Nurettin Artam'ın, hemen her akşam genellikle 2'yle 3'üncü kadeh arasında, bulunduğu olgunluk basamağını özetleyen bir sözü çarpardı kulaklara:
- Beni artık hiçbir şey şaşırtmıyor ve şaşırtamaz da bu dünyada.
* * *
Köyceğiz'de, ağacının yüksekçe dallarındaki sapsarı vaşington portakallarına bir delik açarak, içini bir güzel bitirip bomboş bırakan hangi yaratıkdı acaba?
* * *
Biz önce kuşlardan şüphelenmiştik.
içi boşaldıktan sonra yere de düşmüş sapsarı yuvarlak portakalları gören Feriştah; çevreyle ilgili yoğun birikimini dillendirerek:
- Bunu, dedi; geceleri ağaçlara tırmanan fareler yapar.
* * *
Farelerin, geceleri ağaçlardaki tatlı vaşington portakallarının içini kemirip yediklerini ne duymuş, ne işitmiştik.
Doğrusu çok şaşırdık.
Şayet Nurettin Artam da sağ ve yanımızda olsaydı; dünyada hiçbir şeyin kendisini şaşırtamayacağı iddiasına rağmen, eminim ki şaşırırdı.
* * *
ilerlemiş yaşlarda dahi "şaşırıp kalma", yakasını bırakmıyor insanın. Tabii 3-5 beylik ezber plağının diskoteği üstüne, beyninin kepenklerini kapatmadıysa...
* * *
"Vurdumduymazlık" ayrı şey; "görüp yaşadıklarından bıkkınlık" ayrı şey; "alışkanlıklarının dışındaki dünyayı algılayamamak" ayrı şey...
* * *
Ve bir de 4'üncü kategori var; demagojilerle pekiştirilen koşullanmaların, hipnozların, megalomanyak övünmemelerin, yosunlaşmış nasırlı çerçevesinden ötelere bakabilenler...
* * *
Fareler, geceleri vaşington portakallarının içini kemirip bitirmeyi sürdüredursun; övünmeyi sevenler de, övünmelerini.
Nasıl olsa genel bir çoğunluk, farelerin böyle bir marifeti de olduğunu fark etmeyecek ve kimse de "yerden alıp gökte yiyenler"e, eski bir Osmanlı mısraını hatırlatmayacak:
Bizim şeyhin kerameti olur menkul kendinden.
"Bizim şeyhin doğa üstü güçlere sahip olduğu iddiası, yine bizim şeyhin kendi iddiası" anlamına...
* * *
Bizim, yine vaktiyle "atasözü" gibi, sık sık tekrarlanan başka bir Osmanlı beyti de; tam takvimin bugünkü -yani 21 Aralık- gecesiyle dudak dudağa gelmekte.
Çünkü bu gece, yılın en uzun gecesi ve gündüz de, en kısa gündüzü.
Osmanlı beyti ise şöyle:
Şeb-i yeldayı müneccim (gökbilimci) ile muvakkıt (takvim düzenleyici) ne bilir
Müptela-yı gama sor kim geceler kaç saat
* * *
Köyceğiz'de sabahları ancak saat 7'yi geçe yavaşça ağarmaya başlıyor gök, Sandıras dağlarının arkasından.
Güneş ise çok daha nazlı arz-ı endam ediyor ve ancak saat 9'a doğru saltanatının ihtişamı içine alıyor ortalığı.
* * *
Akşam ise, önce saat 15.30'da hissedilmeye başlayan bir serinlikle duyurmaya koyuluyor gelmekte olduğunu.
Saat 16.30'da ise, güneş sadece yamaçlarda ışıklı adacıklar çiziyor ve gölgeler de uzadıkça uzuyor.
* * *
23 Aralık'tan sonra yine uzamaya başlayacak günler. Gecelerin uzunluğuyla yarışa yarışa, 21 Mart'ta egale edecek gecelerin uzunluğunu ve geceler kısalarak gerilerde kalacak.
* * *
Hazır yeni bir Anayasa çalışması var; en uzun günün yaşanacağı 21 Haziran'dan sonra, günlerin kısalmasını engelleyecek temel bir madde konamaz mı Anayasa'nın başına?
Şöyle ki:
"Günlerin kısalması; devletin de, cumhuriyetin de, demokrasinin de, toplumun da, gereksinme duyduğu aydınlığa ters düştüğünden durdurulmuş ve yasaklanmıştır"
* * *
Doğanın yasaları, insanların yaptığı yasaları iplemez görünse de; büyüklerimizin sözlerine inanmak gerekir:
"Milletimizin gücü, her zorluğun üstesinden gelmeye yeterlidir".
Var mı daha ötesi?
* * *
Şaka bir yana...
Doğanın yasaları ve insanların yaptığı yasalar...
Uçakların uçması da; cep telefonlarıyla çekilen fotoğrafların, bir anda en uzak yerlere gönderilmesi de; binlerce kilometre uzaklarda olup bitenlerin TV ekranlarından izlenebilmesi de; doğa yasalarının fizik bilimcileri tarafından saptanıp, insanlığın hizmetine sunulması sayesinde...
* * *
Teknoloji geliştikçe; doğa yasalarıyla iNSAN hayatı da bir saç örgüsüne dönüşmekte.
Örneğin Köyceğiz'in yakın tarihine bir bakın.
Daha 40 yıl önce motorlu taşıtların giremedikleri bataklıklarda bugün oturmakta olanlar arasında; sabah Londra'ya gidip, akşama dönenler var.
* * *
Alt tarafı insanoğlu da, doğanın bir parçası. Resmi söylemler ve sloganlarla ne kadar hipnotize edilirse edilsin; "yönetim saltanatı", doğa yasalarıyla çok daha hızlı buluşan "üretim saltanatı"na gereken bir vitesle dönüşmedikçe; toplumsal çalkantılar, toplumsal çalkantıları tetikler gider.
* * *
Nurettin Artam, sağ olsaydı da, siyasal çatışmalara şaşmasaydı bile; farelerin vaşington portakallarının içini kemirip boşaltma tutkusuna muhakkak ki şaşardı.
* * *
Şaşmak, şaşmamak...
Evrensel değerlerimizi, kıra döke hurdahaş etmeye kendimiz şaşmayınca; dünya da bize şaşmaz mı?
Havanda su dövmeyi aşırı uzatınca, sular da havandan taşmaz mı?