mahallemize apartmanların yeni yeni yapıldığı zamanlardı benim çocukluğum... arsalara kaleler çizdiğimiz, aşağı mahalle ve yukarı mahallenin maçlarını o arsalarda yaptığımız, kurban bayramlarında o arsa katledilen kurbanlık hayvanların mezarlığı ama çocukluğun anısı o arsalar.
müstakil bahçeli evlerle doluydu bizim mahallemiz, bahçelerde her türlü meyve ağacının olduğu, komşu amcaların, teyzelerin ağaçlarını tüketirken bizleri sopalarla kovalaması...
hele o büyük arsadaki kimsesiz sadece çocukların olan incir ağacı, ah çok mu tepesinde ballı incir aramadım. çok mu düşmedim o ağaçtan... incir ağacının yaprağını nasıl kaşındırır bilir misiniz? çocukluğumun tatlı yanlarından birisiydi. hele çocukluk aşkınıza o ağacın en ballı incirini koparıp sonra o inciri ortadan ikiye ayırıp birbirine ballandıra ballandıra sürtüp armağan etmek. bir kahramanlık gibiydi.
cins köpek almak da yoktu o zamanlar, sokak köpekleri kendiliğinden sizin bahçenizi korurlardı artık yemeklerin içine doğranmış ekmek karşılığında.
çocukluğumun kokusu tozdu, topraktı, çamurdu. ayrıca kumdu. yeni yapılmaya başlayan apartmanlarına ait kumlar...
biz büyüdükçe umursamadık, ama çocuklarımızın çocukluklarını aldılar. artık betonlar içinde kirlenmiyor çocuklar, ne güzel kirleniyorlar diye annesinden fırça yemiyor. ama ne acı, çocukluğunu yaşayamıyor. ağaç tepesinin keyfini bilmiyor. futbolu ya sokak aralarında zor bela arabalara çarptırmadan oynamaya çalışıyorlar ya da okul bahçelerinde. çocuklarımızın taşlardan kale yapıp top oynayabileceği bir arsaları bile yok.
çocukluğunu tabletlerle, telefonlarla, bilgisayarla ve teknolojiyle yaşayan bir nesil geliyor. ağaç aşkını bilmeyen.
bir ev için kestiler o ceviz ağacını. kesilirken gördüğümde çocukluğumun bittiğini anlayamamıştım. oysaki kahramanlık yaptığım çocukluğum vardı o ağaçta. o ağaç öldü ben büyüdüm.