osmanlının başkentinde bütün bürokrasinin, ticaretin, diplomasinin yığıldığı kentte okuma yazma yüzdesi çift haneli rakamı bulmuyordu... medreselerde, şeriye mahkemelerinde, şeyhülislamlıkta falan katipler istihdam edilirdi. köylüyü kömeleği geçtik sözde üniversite hocaları, kadılar, müftüler dahi mektup yazıp meramını anlatacak kadar okuma yazma bilmezdi çünkü...
iii. selim ve ii. mahmut ile beraber tıpçı ve asker yetiştirebildik anca. onlar da devlet-i aliyye batana kadar hatta cumuriyet kurulduktan sonrasında idareci olarak çalıştılar.
çünkü
yerel idareciden eğitimciye dek elimizde insan yoktu...
taşralı hödüklerin büfeci osmanlıcılığı tamamen hayali ve en az kendileri kadar plastik ve kalitesiz bir imgelem...
evine polyester üzerine soba yaldızlı yanına saat kondurulmuş o çakma arap işi yazıları asınca osmanlı olduk zannediyor mallar.
rik'a nedir,sülüs nedir, muhahhak nedir sorsan sığır gibi suratına bakar ama sorsan "osmanlıca kaldırıldı, hat sanatı öldü" diye rüzgar yapar...
son bir söz de mezar taşlarına edelim...
anadolu da köy mezarlığı çok azdır olan da yenidir cumhuriyet sonrasındandır. öncesinde bir taş dikilir ölünün hatırasını yaşatan kimse kalmayınca da o taş bir yerlere savrulur, aile kabristanları da tarlaya katılırdı...
burda mezar taşı diye zırlayan maymunların atasının dedesinin üstünde isim yazan bir mezar taşı zaten hiç olmamıştı...
en bi son söz: anne tarafından ailemde 1600lerden kalan bir kur'an-ı kerim var oraya doğan herkesin ismi yazılmış babadan oğula intikal etmiş... özbek asıllı olduğumuzu, boyumuzu, kabilemizi, sülalemizi ordan biliyoruz... acara olan baba tarfımdaysa fazla bir kayıt yok. sözlü olarak ve bazı resim ve mektuplarla 300 yıl kadar önce trabzondaki karışıklıkta batum'a göçüp 19. yüzyılın sonunda önce artvin, sonra giresun'a göç ettiğimizi boyumuzun iki ayrı kolunun birinin konya diğerinin karadenize yerleştiğini falan biliyoruz.