...yine geldi ekim
hatırlıyorum
hasta olmayı göze aldığım
ama yine de
öptüğüm,
şimdi her dudak
erzatz bir vakum
içimdeki emen nefesimi
çökmüştü dizini varoluşsal yalnızlık
sert zemindeki başımı aldı avucuna
gözlerim tavanda
sessizce bağırıyordum
ağzımdan kalbim çıkarcasına...
bazen bir şarkıdır geçmişe götüren
o geçmişin kokusu getiren
yankılanıyor buz kesmiş odada
dudaklarımı ıslatan
mideme inen tuzu yerinde gözyaşlarım
güneşi gören sakallarımı sularken
cızz ediyor içimdeki ateşe her değdiğinde
yalnızlığa mecbur tanrı
ama sen değilsin
öğreneceksin
diyor
geçmişsiz yaşamayı
öldür içindeki üflediği yalnızlık kokan ruhunu
göm
boşluk
-una
midenin!
bundandır ülserin
hükmedemiyorum beyin sinirlerime
isteyemiyorum olan umudumun tükenmesini
ya da
kavrayamıyorum olmayan umudumun özgürlüğünü
kalkmaya çalışıyorum sol dirseğimin desteğiyle
çorapsız olduğumu farkediyorum
bastığımda zemine
çok mutluyuz derken işin içine beni kattığında kaçmak istedim
o kadar söylenecek cümle
hissedilecek duygu,
zaman varken
kime - neyi - neden deyip siktir ediyorum
her seferde
öylece yalın
soluksuz düşünüyorum
anlamını bildiğin bir kelimeyi yazıp boş bir kağıda
uzun uzadıya baktığında
anlamsızlığını anlamak gibi bir şeydi bu
vardığım balkonda üstümde battaniyeyle
sabahı karşılıyorum
içimi ürperten, geceye çalmış maviyle
dalga seslerinin ölümsü ıssızlığıyla
bu kadar tamken
h
e
r
k
e
s
çoktan -sindirmiş yaşamı- felan
çok mu hiçin piçi kaldım ne
ben de ''yedim''
baktım yine
kendimleyim
kendim miyim
kendimde miyim
...