ertesi gün amcamla birlikte boğaziçi lisesi'ne gittik. mektebi görür görmez hayran oldum: denize nazır iki tane saray yavrusu..... edebiyat öğretmenimiz nihal atsız'mış, turancı! dergiler çıkarıyor, kıyametler koparıyor. eee, biz de solcuyuz; atsız bunu fark ederse, çaktırır.
derken nihal bey derse girdi. ... derse kalkan herkes, istiklal marşı'nı ezbere okuyacak, baştan sona. o iki kubleyi değil, tamamını istiyor. kimse de beceremiyor; beceremeyene hakaret edip oturtuyor.
...ben arka sırada oturmuştum. zaten hep arkalarda otururdum. pencereden denizi seyrediyorum. beni yakaladı, "sen, arkada deniz seyranı yapan beyefendi, gel bakalım," dedi, "oku şiiri!" başından sonuna kadar okudum. fena da okumadım. herhalde hoşuna gitti; "sen kimsin?" dedi. ben şuyum buyum... "ooo! ismin de güzel, attilâ ha..." dedi. "şimdi başka bir soru soracağım. ama bu, dersle ilgili değil, insanlıkla ilgili: sen güzel bir şiir yazabilirsin, çok güzel bir resim yapabilirsin. ama bunu, böyle bir gürüha gösterirsin ve bundan güruh hiç zevk almayabilir, hatta eserini kötü sanabilir. bu, senin şiirini ya da resmini kötü kılar mı?" ben "hayır," dedim, "öbürlerini anlayışsız kılar." "tamam, otur yerine," dedi bana.... ben gittim yerime oturdum. "tamam," dediler bana, "sen yırttın. nihal bey seni beğendi...