Lise sonda idim.
Köyden şehre inmiş olmanın ezikliği ve büyüme koşulları nedeniyle ilişkilere inanılmaz derecede uzak ve tip olarak da inanılmaz çirkin bulurdum kendimi.
Yurtta kalıyorduk ve karşı yurtta kız yurdu idi.
O yurttan arkadaşlarda vardı tabii.
O arkadaşlardan birinin arkadaşı ile konuşmaya başladık birilerinin ön ayak olmasıyla.
Bir gün içinde çıkmaya başladık.
Pazar günü idi.
Sahilde oturmuştuk . Sarı saçlarına ve mavi gözlerine hayran kalmıştım fakat dokunamıyordum bile ona.
Elleri inanılmaz tatlı idi.
Pek bir şey görmemiş birisinin edasıyla kitaplardan öğrendiğim kadarıyla edebiyat yapıyordum bol bol.
Açıkcası çocukça davranıyordum.
Bir sonraki gün oldu . Sezgilerim bir boşluğun farkında idi ama kabul edemiyordum.
Akşamına ayrıldık o günün.
Sebep ise önceki sevgilisini unutamamış olmasıydı.
Bu yüzden beni biraz kullanmıştı.
Hadi itiraf edeyim beni kullanmakla kalmamış aptal yerine koymuştu.
Belki de aptaldım kim bilir..
Her okuldan çıkışta geçtiği güzergahta onlarca tur atıyordum görmek için.
Kış aylarıydı bir de. Soğuktan burnum kıpkırmızı olurdu fakat yine de vazgeçmezdim.
Ara sıra görürdüm ama sanki öylesine geziyormuş gibi yapardım.
Başkalarıyla çıkar dururdu, sürekli duyardım.
Seviştiği bile aklıma gelirdi.
O zamanlar ki takıntım ile dört aylık zaman dilimi sıfırdır hafızamda.
Belki de olgunlaştığım dönem öyle olmuştu.
Üniversite sınavını umursamamıştım o yıl, zaten normal işlemeyen kafam kitlenmişti bir nevi.
Ardından hayattaki tüm her şeyin anlamını yitirdim.
O zamandan beri sevmedim, önemsemedim.
Hiç bir konuya ciddi yaklaşmadım ve amaç edinmedim.
Zaten basit ve saçma bir insan oluşumu o yenilgi öyle bir tetikledi ki hiçbir konuda tamamen başarılı olamadım.
Başarılı olmak, olabilmek bir ütopyaya dönüştü.