Dünyanın en zor en sancılı en yoran acısıdır. Şöyle düşünelim ömrünün üç yılını seni üzen paramparça eden canını yakan ama it gibi de sevdiğin bir insana adıyorsun. Öyle mantıklı başlıyorsun ki aşk değil bu, acı yok, sadece ufak bir eğlence diyorsun. Umursamıyorsun. Günler geçiyor aylar geçiyor yıllar geçiyor bakıyorsun ki lan bu aşk işte ötesi mi var. O giderse diye bir şey yok çünkü hayatın o olmuş ne demek gitmek. Geceleri kurduğun hayalin, gündüzleri gördüğün güneş olmuş. Hayatımda ne var diyorsun sonra gözleri geliyor aklına bakışları geliyor. Şükürler ediyorsun çünkü o doğru insan o senin yarım kalan parçan o senin geçmişin ve geleceğin. Kaybetmek diye bir şey yok kafanda olamaz da zaten çünkü bu aşk bitemez çünkü iki insan birbirini böyle sevemez. Sonra ne oluyor biliyor musun? Bitiyor. Hem de öyle bir bitiyor ki senin için dünyayı yakan o adam var ya hani, senin sevgini istemeyecek derecede bitiyor. Hayatının en ağır şeyleri yaşadığın döneminde herkes yanındayken o olmuyor mesela. Sonra dönüp seni suçlayabiliyor. Geceleri seni uyutmayan mide ağrıların, dökülen saçların, sokak ortasında oturup ağlamalarin o kadar boşu boşuna oluyor ki. Çünkü sen ölüyorken o başkasıyla avunuyor, seni hatırlamıyor, sevgini istemiyor ve seni unutmuş oluyor. Bakın size doğru kişi işte. işte aşk. Iste o hayallerindeki insan. Seni yakıp yıkıyor o doğru insan. Can veriyorsun ve o seni umursamıyor. Ölmek bile daha az can yakar diye düşünüyorsun. Geçer diyorlar. Zaman ilaç, ilerde gülüp geçersin diyorlar. Peki bugün giden zamanım, çektiğim acı ne olacak? Değmediğini bile bile uğruna hala her şeyi feda etmek istemelerim ne olacak? Ben ne olacağım? Zamanla geçermiş. Zaman sadece yaralıyor ve o yarayı kapatmana izin vermiyor tüm olan bu. Yani aşkı da izdirabi da atamiyorsun olan bu!