"insanların birbirlerine aşıkken gündelik hayatlarına devam etmelerini anlayamıyordum. böylesi bir hareket bana ihanet gibi geliyordu. kötü sahnelenmiş bir piyes gibi. sanki bir insana değil de, bir koltuğa aşık olunuyormuş gibi! ben gece gündüz hissettiklerimi, kızı, birlikte neler yapabileceğimizi, ona neler anlatabileceğimi düşünürdüm. düşünmediğim zamanlarda da bunları gerçekleştiriyor olurdum. belki de obsesif kişiliğimden kaynaklanan bir tavırdı. tabii korkup kaçan onlarca kız oldu böyle davrandığım için. o kadar kolay hayatımı onlarla doldurabiliyordum ki mönüdeki tatlıdan çok, tek başına ve sürekli yenilen bir ana yemek gibi oluyorlardı. soruyorlardı bazen.
'benimle değilken ne yapıyorsun?'
ilk önceleri utanıyordum. 'hiç bir şey' demeye. sonra açıkça söylemeye başladım.
'ben hiçbir şey yapmıyorum. bazen sen farkına varmadan evini gözetliyorum. seni takip ediyorum. buluşma yerimize sabahtan gelip dokuz saat bankta oturarak seni bekliyorum...' gibi itiraflarda bulunmaya başladım. gözlerindeki o dehşeti hala anımsayabiliyorum. içlerini büyük bir korku kaplardı itiraflarımı duymaya başlayınca. karşılarında tanıdıkları sandıkları adamların, sokakta yanlarından geçen herhangi biri kadar deli olma ihtimalinin farkına varırlardı. aşkın, sevginin, ilişkinin ya da adı her neyse kontrolden çıkması genellikle buğulu gözlerle söylenen 'görüşmesek daha iyi olur...' sözleriyle noktalanırdı.
aşık oldukları halde okullarına, işlerine giden, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi davranan insanlardan hep iğrenmişimdir. midemi bulandırır vasat sevgililer."